Türkiye ilkin 1959 yılında bu gün adı AB olan AET ye üye olmak için müracaat etti, 1963 yılında Avrupa Türkiye'yi hem iyi bir Pazar, birde NATO üyesi olduğu için ve de ABD'nin istemi üzerine, süreci başlatma kararı aldı.
O günden bu güne kadar çok mesafe kat edildi. Bu tarihten Resmi baş vuru hakkını alana kadar, onlarca toplantı yapıldı, kolaylaştırıcı yasalar çıkarıldı, kilometre taşı olan antlaşmaların sayısı on beşi geçti, bunların hepsi ekonomi ile ilgili idi.
AB her zaman İnsan hakları ve toplumsal olayları etkileyen konularda Türkiye'den düzenlemeler istedi, ama Türkiye bu alanda hep ağır davrandı, bu arada bu süreç iki adet askeri darbe ile tökezlendi, askerin siyaset üstündeki ağırlığı, bazı çevrelerce milli duyguların istismarı, bütün bunlardan dolayı Türkiye insan hakları konusunu hep öteledi.
Bu konuların Müzakere sürecine bırakmak için çok çaba sarf ettiler, tabiki Türkiye'nin yaptığı durumu idare etmekti, çünkü Avrupa'nın istedikleri Türkiye hiçbir zaman onları yerine getirmeyi istememiş, çokça isteksiz hep zaman Kazanmak istediler, buda giderek sorunları büyüttü, işin içinden çıkılmaz hal aldı.
2005 yılında Müzakereler başladı, Avrupa'nın herkesin önüne koyduğu 35 şart Türkiye'nin de önüne koydu, ilk günden beri zaman kazanmak, ama hiçbir zaman Avrupa'nın bu vazgeçilmez yerel yönetim şartı, anadilde eğitim, İnsan hak ve hukuku, konularda düzenleme yapmak Türkiye'yi idare edenlerin kafasında yoktu, sonunda kafalarındakini söylediler bizi bizim gibi kabul edeceksiniz, bize ayrı hukuk uygulayın.
Avrupa'da yasalar bir kişi veya bir partinin çıkarına göre yapılmıyor, her kesimin kabul gördüğü şeffaf bir şekilde şekilleniyor. Avrupa'dan Türkiye'nin durumu incelemek için bir çok raportör gönderilirdi sonunda Müzakere süreci bitirme değil Fiilen askıya alındı.
Bundan Türkiye'de devletin önünü tıkayan milliyetçi kesimler, ve Avrupa'da Türkiye'yi hiç bir zaman istemeyen kesimler çok memnun oldu.