Oysa en güzel şiirdi seni sevmek.

Sana kavuşmaktı sonsuzluk, sonsuzluğun gayretiydi bakışlarındaki minnet.

Minnettardım seni bana getirene, bin minnet seni bana sevdirene.

Sevdirendendi yaşanacak olan her şey,ondandı gelecek olan sefa da  cefa da.
Hikayemizi başlatan yorgun bedenin, kısık gözlerin ve hayattan bıkmış tebessümün içimdeki çocuğu alıp götürmesiydi.

Oysa sen masumiyetin diğer adıydın, çocuk.
Benim için bitişi güzel olan her şeydin.  

Dedim ya bin minnet, seni bana getiren Yaradana.
Yardandandır, başımıza gelen her şey. Küçük yaşta  kalbinin küçük bedenine ağır gelmesi de.

Nasıl yakıştırabilirdi ölümü küçücük bedenine?

Derdin, dermanı da sendin, devası da sen.

Hastanedeki bakışlarını nasıl unutabilirdi ki?

Daha çocuktu. Kalbi yorgundu ve hayatta kalacak birkaç haftası vardı.

Bir babanın çaresizliğiydi, çocuğuna uygun donörü bulamamak.

Hiçbir yere sığamayan bir baba ve hala gözlerinde umut olan bir çocuk.
Şimdi bedel ödeme zamanıydı.

Her güzel olan şeyin, bir bedeli olduğunu da hiçbir zaman unutmadı. İnsan en çok sevdiğiyle sınanırmış.

Sınanan bir baba olunca kim karşı geçebilirdi ki?

Ya çocuğunu yaşatacaktı ya da kendi de bu dünyadan umudunu kesecekti.

Günler geçiyordu. Zaman daralıyor ve umutlar tükeniyordu.

Ve sonunda beklenen gün geldi. Çocuğa uygun bir donör bulundu.

Ailenin sevinci, odanın her tarafını kaplamıştı. Sabah saatlerinde çocuk ameliyata alınacaktı.

Şimdi nasıl sabah olacaktı?

Zaman geçecek miydi?

Bitmeyen bir zaman tünelindeydi. Sanki  sonunda gözleri yorgun düşüp uykuya dalmıştı.

Doktorlar başında toplanıp apar topar ameliyathaneye aldılar. Gözleri ailesini arıyordu ama kimse ortada yoktu.

İçindeki umut, bir an umutsuzluğun ta kendisi olmuştu. Saatler geçti ve ameliyat iyi geçmişti.

Gözlerini açtığında ilk annesini görmüştü. Gözleri yaşlı ona bakıyordu. Binlerce şükür, dedi.

Açtın gözlerini, iyi olmak zorundasın, dedi.

Babasını sordu. Seni bekliyor, dedi.

En kısa zamanda seni ona götüreceğim. İyileştiğini görünce oda çok sevinecek, dedi.

Annenin konuşması adeta bir sonun başlangıcıydı. Çocuğun ayağa kalkması, uzun bir zamanı almıştı.

Nihayet hastaneden çıktı ve eve doğru yol aldılar. Bahçeye girdiler, gözleri kapıda babasını arıyordu.

Annesi arka bahçede olduğunu söyleyince heyecanla koşmaya başladı.

Gördüğü tek şey, ceviz ağacının altında bir mezar. Anlam verememişti annesine.

Bakıp çığlık atmaya başladı.

Sesi bütün bahçeyi kaplamıştı. Tarifi olmayan bir acı, yürekleri paramparça etmişti.

Evladına donör olan bir babanın, hayatından vazgeçmesi ve oğluna yeni bir hayat veren güzel yürekli bir adamın hikayesiydi.
Mezara çömeldi ve ağzından çıkan cümleler çok tanıdıktı.

Cemal Süreya’nın kaleminden sesleniyordu:  Ne kalem yazabildi halimizi ne de cümleler anladı bizi.

Ünlem şaşkın, virgül eğri, bir noktaya gizledik dertlerimizi, dediğimiz yerdeyiz seninle babam, deyip mezara yığıldı.