Asaleti kimimiz bir insanın yürüyüşünden anlar, kimimiz bakışından, konuşmasından, hatta suskunluğundan... Sanırsınız ki bir duruşla anlaşılır her şey. Oysa asalet; insanın damarlarında dolaşan kandadır. Yani dış görünüşte değil, iç yapıda, karakterde gizlidir.
Bir insanın kanı ne kadar kırmızıysa, kalbi de o kadar asil olabilir. Ancak unutmayalım; yürüyüşten, bakıştan ya da gösterişli kelimelerden asalet çıkmaz. Asil bir insanın geçmişinde zerre kadar leke bulunmaz. Çünkü asalet, aileden gelir. Atalarınız ne kadar adaletli, ne kadar onurluysa siz de o kadar asilsinizdir.
Sonradan görme nasıl mümkün değilse, sonradan asil olmak da mümkün değildir. Parayla pulla ne asalet satın alınır, ne de akıl... Malınız mülkünüz bittiğinde, üzerine kurduğunuz o yapay 'asalet' de yok olur. Aynı şekilde çokça hacca gitmek, çokça namaz kılmak ya da taziyelere gitmek de sizi asil yapmaz. Asalet, inançla değil, ahlakla; geçmişle değil, içtenlikle yoğrulur.
Seyit ailesinden gelen daima Seyit’tir. Bek ailesinden gelen de her zaman Bek’tir. Onlar ne yürüyüşünü değiştirir, ne bakışını ne de konuşmasını. Çünkü bilirler ki asalet, satılık değildir. Onurlu bir geçmişin, dürüst bir hayatın doğal sonucudur.
Asıl insan kimdir biliyor musunuz? Nerede olursa olsun, hangi durumda kalırsa kalsın, asla riyakârlık yapmayan insandır. İşte bu yüzden asalet, herkeste bulunmaz. Asil olmak bir ayrıcalıktır. Asalet, insanın alnına yazılmış, silinmez bir kimliktir.
Asıl insan; acılarını içine dökebilen, sabredebilen, samimi ve vicdan sahibi olandır. Sevdikleri için kolunu verecek kadar yürekli olandır.
Dostlar, “asıl yürüyor, asıl duruyor, asıl bakışı var” diyerek kimseye asalet yükleyemezsiniz. Çünkü asalet; nadir bulunan, narin bir özelliktir.
Bu satırlar kimseyi kırmak ya da suçlamak için değil. Zira bizler biliyoruz ki herkes en iyi kendi geçmişini tanır.
Hoşçakalın...