On çocuklu ailenin dördüncüsü idi bizim çocuk. Abesi İstanbul'da Üniversite okuyor.
Ablası iki sene önce evlenmiş, onun bir üstündeki abesi okumayı hiç sevmezdi, birde babası ile sorun yaşıyordu, son bir iki senedir onda da biraz düzelme var ve çift sürmeyi üstüne almış.
Babası bizim çocuğu karşısına alır, bak oğlum der, benim babam bu köyün melesi idi, sana Kuran okuttum mevlit okuyorsun, bizim köyün Medresesine de hep gidip geliyorsun, ben senide medreseye göndereyim, hiç olmazsa biriniz babamın yerini alın.
Bizim çocuk Annesini çok sever, babasına hiç karşı gelmezdi.
Mozgelan köyü Tılmercin kuzeyinde Reşkota Eşiretinin bir köyü idi, üstelik o köyün ileri gelenleri Bizim çocuğun dayısı oluyorlardı.
Orda çok güzel karşılandı, dört sene devam edecek medrese hayatı başladı, ama o zaman yaşam şartları çok zor bir durum idi.
Köylü sabah akşam onlara yemek veriyorlardı, oda arkadaşları gibi tabağını alır yemek belli evlerden alınırdı, gider getirirdiler.
Sabah ve akşam yemeğinden artan buğday ekmeğini de öğleyin yerlerdi, çok zor şartlardı.
On kişi on beş kişi aynı odada yatar,bir yatağı iki bazen üç kişi paylaşırdı, temizlik sorunu, bizim çocuğun bu yaşama alışmaktan başka çaresi yoktu.
Bizim çocuk bu hayat tarzına çabuk alıştı.
Her gün biraz daha okuyup göze giriyordu, durum öyle oldu ki Seydaları babasına haber yolluyorlardı, aman bu çocuğa dikkat edin çok zeki çok becerikli, bundan iyi bir dini alim çıkar.
O bu durumu iyi kullanıyordu artık belirli bir okuyan olmuştu, durmadan yer değiştiriyor, köy köy dolaşıyor gittiği her yerde Seydaları onun zekasına ve okuma isteğine hayran oluyorlardı.
O sene Şeyh Muhammed'in köyü Erebkende gitti orda Okuyucu sayısı 30- 40 kişi idi, ne talebeler ne hocalar buradan yetişiyor, öbür köylere göre burası bir üniversite idi.
Bu köyde yaşam koşulu biraz daha iyi idi.
Çünkü Şeyhin hiç çocuğu yoktu.
Ona çevreden zekat veya hibe olarak çok buğday, Peynir,vs gibi erzak geliyordu, oda hepsini öğrencilerine yediriyordu.
İki Karısı hep Okuyucuların hizmetinde idi üç öğün yemek yapıyorlardı.
Ama burada öğle yemeği bir başka idi, her gün bu iki hanım öğle olmadan tandıra giderler, her bir kişiye bir sıcak tandır ekmeği pişirirler, çok ama çok hoştu tadına doyum olmazdı.
Bizim çocuk üç ekmeği bitirebilirdi.
Hele hele Cuma günleri onlar hep o günü iple çekiyorlardı.
Çünkü o gün hepsi birden Seydanın o büyük odasına dalarlar, gazocağına çaydanlık koyarlar, bu çaydanlıktan 40 kişi birden üçer çay içiyorlardı.
Birde Koçerlerin hiç eksik etmediği o Lor Peyniri, Allahım sen ne güzel şeyler yaratmışsın.