Bilginin, bilinenlerin tamamen yok olması değildir, hatırlanma veya anımsama adına hafızada olanların silikleşmesi, netliğini yitirerek zihnin bir köşesine hapsolmasıdır.

Hatırlamak dediğimiz anımsama süreci ile unutma sıkıntısı son bularak, hafızalarda canlılık kazanan bilgiler su yüzüne çıkar. Ana aktör zaman olgusudur. Çünkü zaman ve değişim-gelişim ile ortaya çıkan olaylar-tecrübeler unutmak ya da unutmamak arasında mekik dokur. Unutmamanın yolu ya tekrar eden davranışlardır ya da acıların veya hatırlanmak istenmeyen şeylerin kabul edilmesidir. Zaman geçtikçe de etkisi azalma gösterir.

Aklımızın ve bilgilerimizin-tecrübelerimizin deposu olan zihnimizin-hafızamızın günlük hayatta kullandığı bilgilerin eski bilinenleri bilinçaltına itmesi unutmanın yolunu açar. Geçmişte yaşananlar ve edinilen bilgiler dosyalanır, hafızada depolanma yoluyla saklanır. Çünkü insan o an için lazım olan bilgiyi-tecrübeyi kullanma ve yaşamına uydurma yeteneğini canlı tutar.

Unutulanlar genelde kullanılmayan alışkanlık-bilgiler olduğu kadar üzüntüler, ıstıraplar, pişmanlıklar, nefretler, suçluluk duyguları gibi yaralayıcı etmenlerdir. İstenmeyen olayların yaşanması veya acı dolu tablolar geçmiş adına hatırlanmak istenmeyen, unutulmaya terk edilen birikimler travmaların ve bunalımların yaşanmasına yol açar. Unutulmayanlar, genellikle düzeltmek ya da af kapısını kullanmak amacıyla bilinçaltında tutulmaya çalışılan umutlar-beklentilerdir.

Unutulanlar ise pişmanlık yüklü acıların ve nefret duyulan olayların-insanların bilinçaltında yok olması istenen çöpler gibidir.

Hatalardan dolayı unutmak gerçekleşmiyorsa, altında pişmanlık ve çekilen acılar olduğundandır. Pişmanlık ve acıdan kurtulmanın yolunu da unutarak, affederek, umutlanarak, ümit ederek bulmaya çalışırız.

İnsan her zaman için yük altına girmeyi ya bekler ya da zorunlu olarak girer. Çünkü sorumluluk ve irade dediğimiz yükler, toplumsal birlikteliğin olağan yaşantılarıdır. Yaşanması ve sosyal roller ile statülerle içinde bulunulması gereken ortamların yerine getirilmesi gereken kurallar bütünlüğünü ifade eder.

Psikolojik boyut sahibi insan için önünde seçmek zorunda olduğu alternatifler belirdiğinde yöneleceği üç istikamet olur: Yaşamın ve insanların sorunları karşısında umursamaz davranmak, kaçarak uzak durmak. İkinci olarak kendini düşünmek, bencil davranarak çıkar ve menfaatler yönünde kendini ön plana almak. Üçüncü olarak da her türlü kuralı, yaptırımı, sorumluluğu, otoriteyi, siyasi veya sivil yapıyı ret ederek isyan haline bürünmek…

Seçtiği yolda ilk kullandığı savunma mekanizması da unutmak eylemi olduğundan, kişinin kendinden, toplumdan, hayattan kopması sonucu yalnızlaşmaya giden bir zaman diliminin talihsiz adayı olmakta.

“İnsan kendine göre bir yaşam seçerek-belirler ve seçtiği-belirlediği yaşamın bedelini ödeyerek acısını-pişmanlığını içinde eriterek ayakta kalır.” Yaşamın gizli kodları burada saklıdır. Pişmanlık ve acı ile birlikte bedel ödeyerek tecrübelere dayanarak hayatta kalmaya çalışmak.

Unutmak veya unutmaya çalışmak bir yönüyle hayatla mücadelede başarılı olmanın veya yaşamı sürdürebilmenin bir anahtarı konumundadır. Unutma olmasa acılar, ıstırap çekilen olaylar, acı veren insanlar, hatırlanmak istenmeyen ortamlar ve anlar kişiyi hayata ne kadar bağlayabilirdi?

İsteyerek veya irade dışında sebep olunan olaylar, mağdur edilen kişiler, hata yapılan zamanlar düşünüldüğünde unutmanın aslında en önemli psikolojik savunma mekanizması olduğu hissedilebilecektir. Çünkü Kötülük her an ve ortam için etrafta yıkımlar yaratmak için kullanılmaya hazır bekliyor. Çirkin olan da insanın kötülüğü ortaya çıkarması ve kötülüğün yıkımlar yaratmasına sebep olmasıdır.

Teknolojik araçlara ve makinelere olan bağımlılık, değerlere olan uzaklık, ilahi ve insani olana olan inançsızlık, çıkarlar ve menfaatlerin ön plana çıkarılması gibi insanı yalnızlığa ve maddeciliğe iten etkenleri benliğimizin bir kimlik yapısı olarak kullandığımızı fark edemiyoruz.

Bu yüzden en iyisi üstünü örtmek, küllenmesini sağlamak ve hatırlamak istenmeyenlerin bilinçaltına itilmesidir herhalde…