İntihar, basit anlamıyla “Kaçma” dürtüsü, kavramsal içerik yönüyle “Korkaklık” olarak nitelendirilebilir. Çünkü yaşam mücadelesi bir bütündür. Bu bütünlüğü sona erdirmek mümkün değildir. Tercihimiz normal olandan yana, yani canlılığı devam ettirme yönünde olmalıdır. 

Hiç bir sebep korkaklık-kaçmak göstergesi olan yaşama son verme tercihini ortaya çıkarmamalıdır. Ölüm ancak normal şartlarda meydana geldiğinde olumlu bir sonuçtur. İntihar bir olumsuzluktur. Anormal bir durumdur. Anormal bir durumu da zayıf kimseler, korkak kimseler seçebilir.

Örneğin, aile içi huzursuzluk kişinin içine kapanmasında geçiş dönemi olarak nitelendirilirken, kişinin bu sebeple mücadeleden kaçması, korkaklık göstermesi ve basit olanı, yani intiharı düşünerek bu eyleme yönelmesi ne kadar uygun gözükebilir?

Sebepler her zaman tartışılabilir. Ama benliği, iradeyi, bedeni, ruhu ve varlığı ortadan kaldırıcı eylemlerin meşru tarafları asla olamaz.

Kişisel hastalıkların da intiharın ortaya çıkışında önemli payının olduğunu vurgulanabilir. Kişinin fiziki rahatsızlık ve hastalık durumu bir eksiklik olarak değerlendirildiğinden yönelim cana kast olabilir.

Yine aile içi huzursuzluklar ve ailede meydana gelen her türlü geçimsizlik hali cana kast konusunda temel olan fikirlerdir. Kendini ifade edememe, özgür hareket etmekten yoksunluk ev ortamında çekilen sıkıntıların başında gelmekte. Toplum genelinde özellikle kırsal alanlarda gelenekselliği bünyesinde devam ettiren yerleşik hayatlarda monoton bir yaşamın dar çerçeveli yaşam standartları değişik çaplı bunalımları beraberinde getirmektedir.

Aynı durumu erkekler için de belirginleştirmek doğru olur. Zira parasızlık, işsizlik ve herhangi bir uğraş alanının olmaması, baba baskısı, bir de çevreden kişiye yönelik olumsuz koşulların saldırısı cana kast etmeyi doğurabilmektedir.

Söz konusu durum kalabalık ev ortamında daha fazla kötü sonuçlar doğurabilmekte. Bunalımlara yol açan etkenler genellikle aile kaynaklıdır. Aile kişinin toplum içinde sığınma yeri ve korunma alanıdır. Tüm maddi-manevi ihtiyaçlar ailede giderilir. Bu itibarla her türlü aile kaynaklı problem büyük sıkıntı ve stresler meydana getirmekte, kişinin hayattan kopmasını sağlayabilmektedir.

Genç kızlara ve intihar eden kadınlara karşı aile içi şiddetin kadın cinsine yönelik ikinci sınıf bakış açısının etkisi ile arttığını biliyoruz. Özellikle aile baskısı, baba baskısı, erkek kardeş baskısı ve klasik namus anlayışı ağır sorumluluklar meydana getirebilmekte. Bu sorumluluk ve baskının oluşturduğu içine kapanıklılığa kızgınlık, kendinden nefret etme, hıncını ve öfkesini bazı kanallara aktarma duygusu eklenince bir boşluk ortaya çıkarabilmekte.

Dile getirilmesinin bile utanç verdiği cinsel istismar ve kızlara yönelik aile içi aykırı ilişkilerin varlığı da tetikleyici unsurları özünde barındırıyor. Korku ve ölüm alternatifi sesini çıkaramayan kızları birer aday durumuna getirmekte.

Boşluğu dolduracak olan kendini ispat etme, kendini gösterme alanlarının tıkanmasıyla da herhangi bir intihar olayının yaşanması an meselesi olmaktadır.

Özellikle genç kuşakta ahlak anlayışında yeterli bir gelişimin sağlanmaması da dezavantaj meydana çıkarmakta. Acaba genç kuşağın yüzde kaçı aile mefhumuna, değerler kültürüne sahiplenme anlayışına, geleceği düşünme bilincine, kendini koruma içgüdüsüne, uğruna yaşanılacak bir mana sistemine, bağlanabileceği bir değer anlayışına sahip?

Tartışmaya açık bir alan… Din anlayışları da aile terbiyesi de yazılı ve yazısız toplum kuralları da kesinlikle cana kast anlayışını ret noktasında anlayışlar ortaya koymaktadır.

Aile, her zaman için istendik davranışların kazanılması gibi eğitim sürelerini kapsayan ve insanı topluma kazandıran özelliğiyle kişilik yapısına katkı sağlayan en önemli unsur. Ailede kazanılan kişilik özellikleri ile topluma yönelen ve yaşamını sürdüren birey hayata bağlılık hisseder. Ama yetersiz kişilik sahibi insanların varlığı ne yazık ki intihar olgusunun varlığında geçerli son nokta. Güçlü kişilikler mücadeleye hazırdır ve kaçma (intihar) teşebbüsünde bulunmazlar.

Kırsal hayatın genel tabiatı ve az-çok kapalı toplum anlayışını bünyesinde sürdürmesi bir noktada kadın-erkek ilişkilerini sağlıklı bir temele oturmamakta. Hatta evlenilecek kişiyi tanımayı engelleyecek derecede kapalı bir çatı oluşturmaktadır.

Hiçbir zaman evlilik konusunda karşı cinsle irtibat kuramayan ve evlilik adayını tanımayan, daha ötesi erkek olgusunun tabiatını bilmeyen genç kızlar, gelecekle ilgili masum düşüncelerini, hassas duygularını tanıdıkları ilk karşı cins erkekle paylaştığında ve bu durum da hayalden öteye gitmediğinde, namus anlayışının getirdiği fikirle beraber oluşan boşlukta kaçma-kurtulma olarak görülen kendini öldürme güdüsüne yönelebilmektedir.

İntiharların incelenen örneklerinde ağır basan nedenlerden biri kızların yaşadığı boşluk olayı ve bir kurtuluş olarak gördükleri karşı cinsten biriyle kurdukları ilişkinin havada kalarak karşılık görmemesi etkisidir.

Evde büyüklerin baskısı, çevrenin dar kalıpları, ev hayatından başka sosyal bir yaşamdan yoksunluk içine kapanmayı doğurmakta; Gelecekle ilgili hayaller başka bir kanalda cevaplanmayınca ve dini-ahlaki kurallar utanma duygularıyla birleşince, en önemlisi başka bir çözüm bulunamayınca ölüm olgusu tüm kollarıyla bir intiharla ortaya çıkabilmektedir.