Psikoloji alanı denince insan tabiatının iç dünyası, düşünce ve duyguları ile ruh boyutu akla gelir.Duygular, düşünceler, hisler, zevkler, heyecanlar, korkular, geçmiş anılar, ruh hali, moral durumu ve insanın davranışlarını harekete geçiren dürtüler ile uyarıcıların yanında, kişiliğini oluşturan etmenler psikoloji alanının üzerinde durduğu konulardır.
Bireyi-insanı yönlendiren davranışların temelinde yer alan düşünme ve duygu dürtülerinin tamamını kapsayan zihin bilimidir.
Son yüzyılın önemli insan tanımlamasını yapmaya yarayan alan olarak Psikoloji Biliminin farklı amaçları vardır. Öncelikle organizma olarak insanı tanımlamak, ne olduğunu ve ne yaptığını açıklamak amacı güder. Daha sonra tanımını yaptığı insanın davranışlarını ve düşüncelerini neden yaptığını amaç edinir. Davranışta bulunan insanın neden yaptığını bulduktan sonra yapabileceği davranışları önceden anlamak veya tahmin etmeye çalışır. Bir de insan davranışlarını ortaya çıkaran tüm etkenleri kontrol etmeyi hedefler.
İnsan değişken bir yapıdadır ve kişiliğini oluşturan etmenler tek bir boyutla açıklanamaz. Organik yapı ve mekanik işleyişinin yanında sosyal bir varlık olarak ihtiyaçlarını gideren, topluluk hayatı sürdüren canlı bir organizmadır. Bunların yanında bir de insanın iç dünyasını oluşturan ve ruh halini ifade eden bir boyutu daha vardır.
Bu boyut sayesinde üzülür, sevinir, heyecanlarını yaşar, zevklerini-korkularını hayatına katar, geçmişi ile geleceği arasında bağ kurarak, anı ve zamanı geçirmeye uğraşır. Özellikle moral değerleri ve hayata bağlayan varlık ile arasındaki iletişim ağlarını geliştirme gayreti gösterir.
Acılar ve yaşanan anormal durumlar ya da kendi yaşamını sürdürme noktasında karşılaşılan engeller, problemler, aykırılıklar karşısında kendisini güçlü kılacak veya dayanma gücü sağlayacak bir takım yollara yönelir. “Savunma Mekanizması” dediğimiz yöntemler ve moral değerleri sayesinde olaylar-yaşantılar karşısında zarar görmesini engelleyecek korunma tedbirleri üretir.
Fiziki saldırılar karşısında kendisini koruyacak hareketlerin ortaya çıkardığı savunma eylemi gibi duygular-düşünceler itibariyle yaşayabileceği kötü anları ruh haliyle atlatabilme adına kendine has koruyucu kalkanlar oluşturur. Yakınını kaybeden birinin acısını bastırmak için yoğunluğunu mesleğine vermesi, öfkesini veya birine olan kızgınlığını eşyaları kırıp-dökerek atlatmaya çalışanların kullandığı yollar gibi…
Psikoloji alanının konusunu oluşturan duygu, düşünce, heyecan, dürtüler insan davranışlarının ortaya çıkmasında etkilidir. Davranışlarımızın, eylemlerimizin, yaşam sürecindeki tüm hareketlerimizin temelinde iç dünyamızın etmenleri olan bur dürtüler zinciri etkili olmaktadır.
Davranışlar ve eylemlerimiz organizma tarafından kendini koruyacak savunma mekanizmaları sayesinde zarar verici etkenlerden kurtulmak ve kendisine iyi-yararlı olanı seçmeyi sağlayanları yapmak için tepkiler geliştirir.
İç dünyamızın davranışlara temel olan her türlü dürtüsünün dayanağı da geçmiş yaşantılar ve insanın geçmişte yaşadığı olumlu-olumsuz travma durumlarıdır. Acı veren olaylar, derin sarsıntı yaratan yaşantılar, kayıplar gibi insanın iç dünyasında tahribat doğuran etkiler, sonraki hayat sürecinde davranışların ortaya çıkmasında veya kişilik yapılarında belirgin izler bıraktığından dolayı ana unsur durumundadır.
Tüm psikoloji kaynaklarının insanı açıklarken örnek verdiği kişilik tanımlamalarında ki Buzdağı (Aysberg) benzetmesinde olduğu gibi insan davranışlarının ortaya çıkışında görünün hareket ve eylemlerin nedeni sadece su üstünde kalan uç kısım değildir. Buzdağı’ nın su altında kalan ve asıl güç ve büyüklüğü taşıyan temel dayanaktır görüntüyü doğuran.
Su üstünde görülen buzullar, dev dağların üstte kalan ufak görüntüleri olduğundan, Buzdağını, sadece küçük bir parçası olarak tanımlayamayız. Davranışlar da eylemlerimiz de görünen tarafı ile değil, ona sebep olan iç dünyamızın değişken özellikleri ile açıklanmalıdır.
Değişik nedenlerle yanan veya yıkılan bir bina yeniden inşa edilerek hayata dönmesine rağmen yıkım izlerini tamamen ortadan kaldıramıyorsa, insan da geçmiş yaşantılarında geçirdiği derin acılar ve sarsıntıları diğer dönemlerde hayatında etkisinde kalarak hissetmeye devam eder.
Kendi yaşamında meydana gelen yıkımların üstü, unutma gibi değişik savunma mekanizmaları ile örtülse de tamamen ortadan kalkması mümkün olmamakta. İnsanlar yıkımların ve ağır darbelerin izleriyle büyük acıların altından kalkarak yaşamaya devam ederler.
Bu geri dönüş hiçbir zaman yaraların tamamen tedavi olduğu, acıların unutulduğu anlamına gelmiyor.
O an devreye girmesi gereken de Arkeolog misali bir paylaşımcı karakterdir. Toprak altında kalan yazıtları, tarihi eserleri, harabeye dönmüş antik eşyaları gün yüzüne çıkaran aktör olarak Arkeolog nasıl ayıklama, eleme, temizleme, parlatma yolu ile eserleri eski haline döndürmeye çalışıyorsa… Paylaşımcı karakter de gerek uzman olarak gerekse dost olarak derin acıların, travmaların, sarsıntıların onarılmasında-düzeltilmesinde görev almaktadır.
Amaç davranış ve eylemlerin kontrol altına alınarak, zarar verecek bireysel ve sosyal yıkımlardan uzak durmaktır. Çünkü duygu-düşünce kaynaklı davranışların insandan insana değişen yansıma şekilleri vardır.
Suç oranlarının artışları, yıkım ve tahribat yaratan cinayetlerin varlığı, şiddet ve istismar noktasında istenmeyen olayların görülmesi, samimiyet ve erdem üzerine kurulu değerlerin yok olması, ahlaki unsurların ortadan kalkması ile yaşam alanlarında meydana gelen bireysel yalnızlık ve kaybolan sosyal kimlik-benliklerin bizi getirdiği seviye ortada…
Psikolojik yapımız ile kişiliğimiz birbiriyle örtüşen kavramlar olmakla birlikte, toplumsal yaşamımızın olağan hale gelen ilişkiler ağının da kendi iç dünyamızla alakalı olduğunu unutmamak gerekiyor.
Günümüz teknoloji dünyasında kendi kimliğine sığınan ve benliğini tek başına canlı tutmaya çalışan bireyin kaybettiği değerlerin yeri doldurulamıyor. Doldurulmasının yolu dakişilik yapısı ve bireysel özellikleri uyumlu hale getirmek, irademiz ve aklımızı diğer insanlarla yaşayabilme kapasitesine yükseltmektir.