Bir gece rüyasında Neşe’nin pencereden kendisine gülümsediğini gördü. Ona Eskimo uzatıp:” Gel canım al. Bu senin.” diyordu. Bu söz üzerinde Ayhan’ın yüreği sevinçle doldu, kocaman oldu. Neredeyse patlayacak hale geldi. Birden uyandı. Annesine seslendi. Kadıncağız bu seslenme üzerine uykusundan uyanıp Karanfil’in odasına girdiğinde oğlu sevinçle ona:

-Ana elbiselerimi getir, çıkıyorum ben.” dedi. Yaşlı kadın şaşırmıştı:

-Anan hayran, ne oldu ki? Gecenin bu vaktinde nereye gideceksin?

-Ana ne oldu diyorsun. Daha ne olacak? Rüyamda Neşe bana gülümsedi. Demek ki o da beni seviyor.

Oğlunun haline acıyan ama şu anki sevinciyle mutlu olan gariban kadın:

-Gözlerimin ışığı oğlum, şimdi uyu. Sabaha gider, görürsün Neşe’yi.

Karanfil Ayhan annesini kırmadı, tekrar uzandı. Yaşlı kadın da odasına gitti. Yatağında kıvranıp duran Ayhan sabaha dek uyuyamadı. Saat 9’da annesi odasına kahvaltı tepsisini getirdi. Sonra da çıkıp beyaz takım elbiseyi aldı. Annenin suskun bakışları altında Ayhan tek lokma almadan acele acele elbisesini giydi. Bahçeye çıktı. Gökyüzüne baktı. Gri bulutlar aşağılara kadar inmiş, gökyüzünü tamamen kaplamıştı. Alev karanfillerden birini kopartıp yakasına taktı. Sokağa adımını atar atmaz bir yağmur damlası yüzüne düştü. Karanfil durur mu? Bir kere Neşe ona gülümsemişti. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Yağmur da onun adımlarına uymuş hızını artırmıştı. Gökte damla kıyameti koptu. Kadınlar kapı önlerindeki çocuklarını içeriye çektiler. Sokakta kalan insanlar saçak altlarına sığındılar.

Karanfil Ayhan yağmura aldırış etmeden yürüyordu. Sarı fırının duvarına yaslanmış bir amca Ayhan’a seslendi:

-Delikanlı, gel sığın şuraya. Acelen ne, nereye gidiyorsun?

Karanfil coşkuyla:

-Neşeye amca, neşeye!

Adam Ayhan’ın içmeye gideceğini anlamış olacak ki ardından öfkeyle:

-Sabahın bu saatinde, bu yağmurda… De git, zıkkım olsun, diye bağırdı.

Yağmurla oluşan gölcüklere aldırış etmeden Neşelere doğru adeta uçuyordu. Beyaz takım elbisesi sırılsıklam olmuştu. Sıçrayan çamurlu sular önde paçalarını dizlere kadar, arkada sırtına dek kahverengine boyamıştı. İnsanlar Ayhan’ın bu vaziyetine kahkahalarla gülüyordu. Hiç kimse umrunda değildi. Neşe ona gülümsemişti. “Bırakın ulan, bırakın beni. Bir kez olsun gülümsedi bana işte.” diye söylenip yürüyordu.

Neşelerin oraya geldiğinde perdenin kapalı olduğunu gördü. Sokakta tek bir çocuk yoktu. Demek ki perde açılmayacaktı. Eczanenin köşesine sığındı. Korumasız köşede habire ıslanıyordu. Gözleri bir noktaya dikilmiş, kalakalmıştı. Birinin dürtüklemesiyle kendine geldi. Onu bu durumdan uyandıran komşusu Sabih’’ti:

-Oğlum ne işin var bu havada burada. Baksana üzerinden ırmaklar akıyor. Zatüre olacaksın. Düş önüme eve gidiyoruz.

-Ama Sabih Abi! Gülümsedi bana.

-Kim gülümsedi, ne diyorsun sen?

Karanfil Ayhan gözlerinde iki damla. Bunlar yağmur damlaları değildi:

-Neşe gülümsedi abim.

Sabih gülmemek için kendini zorlayarak:

-Vay beyim. Demek şu Eskimocu Neşe’yle ha. Peki kızın haberi var mı? O da seni seviyor mu?

Karanfil Ayhan başını kaldırıp karşısındakinin yüzüne tuhaf tuhaf baktı:

-Sabih Abi! Ayıp ettin. Kardeşinim ben senin. Sevdiğimi hiç çaktırır mıyım hiç?

Sabih Karanfili’in koluna girdi. Evlerine doğru yürümeye başladılar. Biraz yürümüşlerdi ki Ayhan’ın yakasındaki karanfil, yağmur sularıyla oluşmuş küçük bir suyoluna düştü. Akan suyla Neşelerin kapısına taşındı.