Sabah uyanıp televizyonu açtığımda, başrollerini Fatma Girik ve Cüneyt Arkın’ın paylaştığı, 1968 yapımı bir filmle karşılaşıyorum. Henüz uykulu gözlerle ekrana bakarken bir sahne dikkatimi çekiyor ve irkiliyorum. Deja vu...

Filmde, Anadolu’nun küçük bir kasabasında bir deprem meydana geliyor. Yardım kamyonu, deprem bölgesine ulaşmaya çalışıyor. Ancak birkaç kilometre kala yolunu eşkıyalar kesiyor ve şoföre, "Canını seviyorsan malları bırak!" diye bağırıyorlar. Bu sahne beynimde bir yerlerde tanıdık bir yankı oluşturuyor. Sonra aniden fark ediyorum: Altı Şubat depreminde de benzer bir olay yaşanmıştı. Yardım malzemesi taşıyan bir kamyonun yolu kesilmiş, aynı sözlerle tehdit edilmişti.

DEJAVÜ...

Aradan kaç yıl geçmiş... Yine deprem, yine aynı manzara... Deja vu etkisi beni derinden sarsıyor. Ülke olarak kendimi kelek bir karpuz gibi hissediyorum. Bu kadar eğitim, bu kadar emek... Hepsi boşa mı?

Bir an, Japonya’da yaşanan tsunami felaketi aklıma geliyor. Kasaba yerle bir olmuş, geride kalanlar evsiz, aç ve susuz... Yardım malzemeleri geliyor ve insanlar sıraya giriyor. Bir Japon, su dolu bir kamyondan sadece bir şişe su alıp geri çekiliyor. Ortada ne polis var ne de güvenlik görevlisi... Bu görüntü, Türk muhabirin dikkatini çekiyor ve Japon’a soruyor:

— "Neden sadece bir adet su aldınız? Bu su size yetecek mi?"

— "Burada pek çok afetzede var. Bu su herkese yetmeli. Bana şimdilik bu yeter."

İşte eğitim... İşte asalet...

Bir de bize bakıyorum. Van Erciş’teki depremde su dolu kamyonun yolu kesildiğinde, daha deprem çadırına ulaşmadan yağmalanmıştı. Herkes üçer beşer bidon suyu alıp gitmişti. İleride su bekleyen var mıydı? Hiç kimsenin umurunda değildi... Bu sahneyi canlı canlı televizyonda izlemiştik.

Japonya’nın hem teknolojide hem de sanayide bu kadar ileri olmasının bir sebebi var: Eğitim ve insanların birbirine olan güveni ve saygısı... Bizim o seviyeye ulaşmamız için kırk fırın ekmek yememiz gerek, belki de daha fazlası...

Yıl milenyum da olsa, üniversite sayımız ne kadar artarsa artsın, kat etmemiz gereken çok yol var. Mantık ve felsefemiz hâlâ 1968’in izlerini taşıyor. Değişen bir şey yok. İşte bu yüzden “deja vu” dedim. Bu sahneleri görmeye ve hatırlamaya devam edeceğiz gibi görünüyor...

Hoşça kalın...