Var olmak…
Özellikle kendi potansiyelini kullanma gücüne sahip insan için “Var Olmak” başlı başına bir kudrettir. Çünkü insan donatılmıştır. Donatıldığı boyutlar sadece maddi gerçekliğine katılan enerji (ruh) ve organik yapının sağladığı hareket imkânı değil.
Aynı zamanda irade ve akıl ile otomatik yapının özgür harekette bulunma ve ihtiyaçlarını karşılama gücü sayesinde ayrı yeteneklere sahip olmanın sermaye zenginliğine de sahiptir.
Sahip olunan akıl, irade, maddi donanım, bedensel özelliklerin ve diğer yeteneklerin toplamı sayesinde zaman-mekân sahnesinin aktörlüğünü üstlenen canlı varlık olarak insan “Yokluktan var olma haline dönüşen bir yaratılma kimliği” ne sahiptir.
Varlık tanımlamasını yüklenen ve canlılık özelliği taşıyan insan, fıtrat denen karakteristik özellikleri ile yaşamını sürdürürken değişken duygu, düşünce, heyecan, ihtiyaç ve beklentilerle hareket eder. Özünde fıtrat itibariyle merhamet, erdem, ahlak ve sorumluluk bilinci gibi olumlu tarafları yanında; Öfke, nefret, intikam, şiddet ve kötülük dürtüleri gibi olumsuz yönleri de insanlık kimliği ile birlikte taşır.
Bir de bunlara ek olarak derin hikmet ve bilgelik yönüyle sınırsız olan ihtiyaçlar zincirinin birer halkasını oluşturan değişim ve gelişim aşamalarının adımlarını atma cesaretiyle yaşamına şekil vermeye çalışmaktadır. Teknoloji ve bilim, insanda, sınırlarını öteye taşıma adına gökyüzünün tepesine, denizlerin dip noktalarına, dağların zirvesine ve insan topluluklarının yaşam alanlarında bilinmesi gereken her şeye hâkim olma telaşını doğurur.
Çünkü insanın, fıtrat tanımı itibariyle içgüdü, huy, karakter, yetenek ve kabiliyet, kişilik yapısı gibi doğuştan gelen temel özellikleri değişim ve gelişim alanlarında yerinde duramayan bir insan profilini gerektiriyor.
Önemli olan ise Fıtrat özelliğinin temiz kalması.
Fıtrat temiz bir kimlik ve var olma fırsatı ile kullanılmak üzere her bir insana verildiğinden, nasıl kullanılacağı veya hangi yaşam şekline oturtulacağı özgür iradelere bırakılmıştır.
Kötü yönde kullanmak ya da yıkıcı-ölümcül yönde yaşam seçme hürriyeti ile hareket etme bilincinin farkında olanlar, toplumun ve dünyanın şekillenmesinde rol alanlardır. Yaşanan ortamın ve sahip olunan tüm unsurların iyi veya kötü oluşunda herkesin parmağı var.
Sıkıntı, insandaki yıkıcılığın kökenlerinde!
Fıtratın şekillenmesi insanın doğuşundan sonraki süreçlerde gerçekleşirken, çevre ve insan etkileri ile kişilik özellikleri belli temellere oturur. Ancak çevresel ve insani etmenlerin yanında doğal dürtü ve ihtiyaçların fıtratın bozulmasında daha fazla rolü vardır.
Dedik ya…
Her şey insanın elinde!
Hayatı şekillendirmek, kötülük ve çirkinlik peşinde koşmak, helali gözetmek ve ahlaki eylemlere yönelmek, akıl ve irade sahibi olan bireysel potansiyelin elinde.
Fıtrat özellikleri ve insanın doğumu ile sahip olduğu tüm donanımlar ve unsurlar temiz bir sayfa gibi boş olarak insanın önüne sunulur. Yazmak ve güzel bir hat sanatı ile sayfayı biçimlendirip, estetik hale getirmek kadar; Karalamak, yırtmak ve sayfayı şeklinden çıkararak bozmak kişiye bağlı.
İnsana kalan seçenek “İyi” ile “Kötü” arasındaki tercihtir. Hayatı şekillendirip, yaşam şeklini belirlemek için kalemi elinde tutan insan için sadece önünde gideceği yolu belirlemektir.
Kader denen olay da budur.
Seçtiğin ve şekillendirdiğin yaşamı sürdürmek için alternatiflere yönelmek!
Bu manada “Kader” ile “Fıtrat” arasında olağan bir bağ ve biri birine muhtaçlık vardır.
Doğal olanı bozmamak…
Özümüzü bozmamak…
Yaratılışımızın temel kanunları çiğnenmesin. Çünkü verilenler tahribat ve zarar vermek için değil, iyi olana ve ahlaki ilklere sahiplenme adına sunulmuştur.
İnsanın özünü ve fıtratını bozmak nasıl insan dışı eylemler ve yıkımlar meydana getiriyorsa; Doğal ortamın (çevre, yaşanan ortamlar, yeşil alanlar, ev ve mekânlar, eğitim çatıları, şehir hayatı, sular, ağaçlar…) insana sunulan imkân ve olanaklarını da bozmak insana verilen zararların hayat bulmasına ortam hazırlar.
YORUMLAR