Yapılan sözleşme ve ortak hayat sürdürme taleplerinin anlaşmaya dayalı evlilik duvarları yıkılarak, boşanma ile sonuçlanan vakalara son yıllarda daha fazla rastlanmaya başlandı. Evlenen çiftlerin sayısı son iki yılda %2,3 azalmaya başlarken, boşanan çiftlerin sayısı %8 artarak evlilik olgusunun anlamını yitirmeye başlandığı tespit ediliyor.
Zorunluluk ve beklentiler arasındaki çatışmaların yarattığı ve neden olduğu boşanma olgusu en çok başvurulan seçenek durumunda. Aile kurmak, evlilik sözleşmesi yapmak, karşılıklı ortak paylaşımları ruhen ve bedenen yaşamaya aday olmanın tadı kaçtı.
Artık oyun haline dönüşen ve macera peşinde koşarak yeni arayışlara yönelmenin adı oldu EVLİLİK! Heyecan yaşamanın farklı bir yaşam şekli olarak alternatifler arasında kadın-erkek fark etmeden rol yapılan sahnelere dönüşen aile ortamları oldu.
Evlilik ve Aile olguları, yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk değil de mutluluk ve huzurun sınırlarının sağlamlaştırıldığı bir yuva, paylaşım ve saygının doruk noktası, bedensel ve duygusal ihtiyaçların giderildiği sükûnet limanı ve hayata bağlanmanın bir kanalı olmayı ifade eden huzur ortamlarıdır.
Bir de en önemlisi gelecek kuşakların adayları “Çocuk” olgusunun manasız hale getirildiği düşünülürse, kayıpların zarar boyutu fark edilecektir.
Aile ve Evlilik ortamı barınma ve beslenme ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla kullanılan bir ortam değil. Kavgaların, huzursuzlukların yaşandığı bir sahne hiç değil. Psikolojik ruh dünyamızın umutlu beklentilerinin ve gönül rahatlığının sağlanamadığı bir savaş alanı olmadığı gibi kaçamakların ve alternatif kişilerin aldatılma üzerine kurulu bir çatısı da olamaz.
Aile olgusu “İki farklı dünya, iki farklı yaşamın bir anlam yüklenmiş birliktelik inancı ile oluşturulan, kader birliği yaparak iyide-kötüde beraberce yaşam alanları yaratan istendik bir oluşumdur” tanımıyla sağlam temellere oturtulmalıdır.
Kader birliği ilkesine dayanan dünyaların fedakâr ve özverili düşünceleri, duygusal birlikteliklerin meydan okumuşluğu sayesinde mutluluk sınırlarını çizmekte, doğan çocukların eğitim ve gelişimlerinde olumlu ortamların oluşumunda katkılar sağlamaktadır.
İyide-kötüde beraberce yaşam alanları oluşturmak, cehennem azabını andıran yıkıcı aile ortamları da meydana getirebilir, hayatın zorluklarını içinde eritecek mutluluk grupları da oluşturabilir. Belirleyici olan insanın kendisi, yani kadın-erkek ve yaptıklarıdır.
Evlilik kavramının tanımı: “Hayat boyu iyide-kötüde beraberce yaşama adına karşıt iki cinsin ‘Evet, varım’ diyerek aralarında yaptıkları sözleşmedir.” şeklinde yapılabilir. Yapılan sözleşmenin anlamı ruhen, bedenen kabul edilmişliktir ve duygusal ile maddi paylaşımların iki kişi arasında sorunsuz olarak hayata aktarılmasıdır. Bu sözleşme, gönülleri kanatlandıran aşk hislerinin canlılığını koruyan bir akittir.
Evlilik ve Aile kavramlarının kaçınılmaz birlikteliği zorunluluk veya mecburiyetler açısından da duygusal ve ruhi hislerin tatmin edildiği şartlanmalar açısından da uyumlu bir denge meydana getirmektedir. Maddi-manevi ihtiyaçların giderildiği yuvanın çatısı altında hayatımızın sonuna kadar yaşanası süreçleri kapsayan bir kader ortamı ortaya çıkmaktadır.
Evlilik sözleşmesinin ve aile çatısının kişilerin hürriyeti ile direkt alakalı olduğunu ve seçilen kadın ya da erkeğin tercihler-seçicilik kriterleriyle belirlenmesi gerektiğini ayrıca vurgulamak lazım. Evlilik için birilerinin arkadan iteleyerek zorlaması değil, kişinin bu konudaki sorularını gidermiş bir şekilde tereddütlerden arınmış olarak istediği kişiye yönelmesi ile sağlam aile çatıları oluşturulabilir.
İlahi kaynaklar, dini inançlarımız, toplumsal ahlak ve norm yapılarımızın tümü bu konuda zorunlu kalıplar önümüze sermemekle beraber, kişilerin birbirini tanıma ve hayat arkadaşı seçme hürriyetini kullanmayı sağlayan verileri önümüze sermektedir. Hiçbir dini kural aile içinde hapis hayatı yaşamaya neden olacak zorunlu beraberliğe icazet tanımaz.
Aksi durumlar kadere olumsuz anlamlar yüklememize sebep olan gereksiz çatışmaların ve aile içi huzursuzlukların doğmasına sonuç olan yansımalar yaratır. Aile büyüklerinin üzerine düşen görev “bir an önce, kim olursa olsun, anlaşırlar” düşüncesiyle hareket etmekten kaçınmak, fikir alıcı ve birbirlerini tanıma fırsatı sağlayan ortamları oluşturarak motive edici davranışlara girmeleri daha yapıcı olacaktır.
Evlilik ve aile kurma konusunda problem olan iki konu var ki, birincisi, aile büyüklerinin evlilik adaylarına yönelik daha çok kendi uygun buldukları kişilerle evlendirme noktasındaki ısrarcı tutumları; Diğer konu ise evlenen kişilerin altından kalkamadığı, eğitimini veremediği, istenilen düzeyde besleyemediği, yetiştiremediği sayıda çocuk sahibi olma istekleri!
Çocuk eğitimi sadece temel ihtiyaçları giderme olayı olarak algılanmamalı. Aile, insan yetiştirme ve hayatını sürdürebilecek zihinsel, bedensel ve sosyal gelişimi sağlayıcı bir donanım edindirme sürecinin sahnesidir. Çok çocuk sahibi olma anlayışı anne-baba açısından sorun yaratmakla beraber, asıl darbeler fazla sayıdaki o çocukların gençlik ve olgunluk dönemlerindeki maddi problemlerden gelmektedir.
Bakılabilecek, yetiştirilebilecek, eğitim verilebilecek, hayat karşısında ezilmeyecek sayıda çocuk sahibi olma anlayışını zihinlere kazımak gerekiyor.
Evlilik ile aile ortamlarının huzur yuvası olmasındaki belirleyici rol kişilerin (kadın-erkeğin) kendilerindedir. Evlilikte seçicilik ve doğru insanı bulma tercihi sonuna kadar kullanılmalıdır. Ama oyun gözüyle bakmamak ve kalıcı ilişkiler kurulacak doğru insanı bulmak önemli…
YORUMLAR