Karın tokluğuna yaşamasını öğrenen bir neslin torunlarıyız. İşçi, memur ve topraktan geçimini sağlayan ailelerin çocukları değil miyiz?
Birbirimizden farklı olmadığımızı da biliyoruz!
“Geçmişte değerli olan her şeyin bitme noktasına geldiğinin farkına vardık” diyebiliriz.
Aile kavramının bittiği bir çağa girmiş gibiyiz. Hazır kıtada beklenti içinde olan ve karanlıktan aydınlığa nasıl geçeceğini bilmeyen bir toplum olduğumuzdan bile haberdar değiliz!
Değerlerimizi kaybettiğimizi bile anlamıyoruz artık. Başımıza gelen felaketleri unutan, ibretlik olaylardan ders çıkarması unutmuş gibiyiz.
Kıskançlık ve haset çeken insanlar yüzünden dünyanın ekseni bile değişti farkında mısınız?
Dost, ahbap dediklerimiz ne ki!
Artık şuna/buna değil, gerçekten hakka/hukuka riayet eden bir çevre edinmeliyiz.
Hacı/hocaya bakmadan, yaşantımıza nasıl adil bir yön vereceğimize vicdanımızın karar vermesi gerekmez mi?
“Adil düzen” dediler olmadı.
“Demokrasi” dediler olmadı.
“Cemaat/Şeriat” da olmadı.
“Cunta” bile denen zaten o hiç olmadı.
Uçurumun kenarındayız, belki de farkında değiliz.
Şapkamızı önümüzde koyup kendimizi sorgulamanın zamanı gelmedi mi?
Bu saatten sonra şapkadan tavşan çıkaracak bir halimiz de yok.
Onun için herkes üzerine düşen vazifeyi kendisi yerine getirmeli. Ve başkasından hiç bir şey beklemeden…
Hakka/hukuka riayet ederek hak yemeden, fırsatçılık yapmadan, ahlaklı olmayı ilk önceliğimizin olduğu bilinciyle yaşamalıyız.
Yirmi dört saat camide, kilisede, ibadethanede ve okulda kalsak bile vicdanlı olmadıktan sonra her şeyin boş olduğunu anlıyoruz.
Aslında bazı değerler para ve pulla ölçülemeyecek şeylerdir.
Menfaatten uzak gerçek değerlere sahip, yaşamayı iyi bilen, sözüne sadık bir nesil yetiştirmek için çok geçmeden değişmeliyiz.
YORUMLAR