Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Batman Pusula

MİLLİYETÇİLİK VE IRKÇILIK

Halk olmak ve millet bilinci ile milliyetçilik arasındaki ayrımı fark edemeyen bir kültürel kalıbın etnik ayrımcılığında tartışmaları maharet sayıyoruz.

İşin içerisinde siyasi kalıplar ve felsefi bakış açıları olunca, olay çok daha vahim kanallara kayıyor. Etnik yapılanma ve mensubiyet yaşamın ve varlığın ana karakteridir. İnsan diliyle, diniyle, rengiyle, ırkıyla, kültürüyle ve cinsiyetiyle verilmiş olanın emanetçisidir. Verilmiş olan ruh, beden, zaman, mekân, duygu-düşünce, irade ve akıl yeteneği, asabiyet dediğimiz bir etnik yapıya aitliktir.

Kimse bunları seçme veya belirleme gücüne sahip değildir. Varlığın ve yaradılışın anlamı da budur. Kimin hangi zamanda, hangi mekânda, hangi etnik ve ırksal özellikte doğacağı bilinmediği gibi hangi bedensel, ruhsal, akli ve iradi yeteneğe sahip olacağı da bilinmeyen bir gerçekliktir.

İbn-i Haldun’ un kavramsal tabiri ile asabiyeti belli olan insanın kategorilere, ayrımcı gruplara, ırk yapılarına göre sınıflandırılması doğru olmayan bir uygulamadır. Mensubiyet ve aitlik hislerinin doğal sonucu olarak kendi insanını, halkını, din kardeşini, ırksal benzerlerini sevebilir. Hastalıklı olan ise kendi değerleri ve kendi benzerleri dışında olanları düşman kabul etmektir.

Asabiyet, aitlik boyutunda sosyal kimlik ve toplumsal bilinç halinin birleşimi ile insanın kendi geçmişinin farkında olması, kendi kültürü ve etnik yapısından diğer insanlarla ortak yaşam alanlarında hayat hakkını kullanması manası taşır.

Milliyetçilik ve ırkçılık kendini bu noktada belli ederek, ayrımcılık ve dışlanma yaratmaktadır. İşin içerisine bir de siyasi anlayış ve yönetim mekanizmalarının ayrımcı politikaları girince, içinden çıkılamaz olaylar döngüsünün kaçınılmaz sonuçları ile karşılaşmak olağan hale geliyor.

Özellikle Fransız İhtilali ile dünyanın son üç yüzyılın kanserli hücresi haline gelen milliyetçilik akımı, siyasetin politik malzemesi olma talihsizliğini yaşıyor.

Bu yüzden simgeler ve değerler yerine göre milliyetçiliğin nefret pompalayan aracıları durumunda. Taassup hale gelen ırk, soy veya kan bağlılığının insanı robotlaştıran, değersizleştiren yansımalarının toplumsal düzen ve birliktelik inancına olan darbeleri de ağır olmakta.

 Etnik milliyetçiliği baskınlık manasında yaşamaya çalışmak, karşı milliyetçi anlayışların doğmasına ve tepkisel ayrımcılığın ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Hatta yerine göre en tehlikeli haliyle ırkçılığın dinin ve inancın da önüne geçmesiyle toplumsal-etnik ayrışmaya yol açan cepheleşmelerin yaşam alanlarında yarattığı yıkımları ve dışlamaları yaşatan olayların figürü haline gelebilmekteyiz.

Örneğin, yüzyıllardır Batı dünyasının yönetim mekanizmalarının uyguladığı metot itibariyle, kilise ve inançları bir tarafa bırakmak zorunda kalan ülkelerin insanları ve toplumları para için savaştırmak amacıyla ırk taassubunu kullanmaları normal mi?

İnsanları ya inanç ya da etnik-ırk boyutu ile savaştırmaya ikna etmenin dışında başka hiçbir alternatif yok. Günümüz savaş mantığının ve ülke içi ve dışı çatışmaların ve kargaşanın sürdürülebilirlik oranının yüksek olması için sömürü düzeninin devamı konusunda ırk taassubu önemli bir silah konumunda.

İnsanların farklı olması tamam, farklılığı diğerine üstünlük veya baskınlık aracı haline getirmek yanlış olandır. Kübalı veya Şilili olmak, İspanyol veya Venezuelalı olmak ile ülkemiz açısından Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz veya başka bir yaradılış özelliğine sahip olmak arasında hiçbir ayrım yok. İnsan ve yaşam hakkı temel unsur olarak toplumsal bilinç ve birlikteliğin ana karakteridir.

Sıkıntı, ayrım ve baskınlık yaratan sistemlerin, mekanizmaların ve örgütlü yapıların insanları sınıflandıran anlayışları ile uygulama biçimlerindedir.

Terör sorunu, trafik sorunu, eğitim sorunu, üretim ve tüketim sorunu dururken Kürt sorunu, Türk sorunu, Başörtüsü sorunu, mezhep sorunu veya dil sorunu gibi insan doğasının olağan tabiatını çatışmaya çeken konuları gündem edinmenin çabalarına girişmenin toplumu ne hale getirdiği ortada…

Halkın etnik kimliği veya insanların ırk mensubiyeti kimsenin tekelinde olmadığı gibi kişi dışında araç olarak kullanılma boyutuna da sahip değildir. Hiçbir organ insanların yaşam ve asabiyetine el koyamaz veya belirleyemez.

Kişi veya gruplar sosyal kimliklerini dayandırdığı geçmişlerine ve ait oldukları kültüre göre kendilerini tanımlama, algılama, yaşama aktarma hakkını başkasının sömürmesine sıcak bakmaz. Çünkü aidiyet ve kültür ile birlikte inançlar ve değerler hayatın bağlayıcı ana unsurlarıdır.

İnsanları ve toplumları doyuracak kadar büyük olan dünyayı kendimize ve diğerlerine zindan etmenin manası yok. Özellikle para ve çıkar ilişkileri noktasında oluşturulmak istenen siyasi cepheleşmeleri tehlike kabul etmenin hassasiyetini duyumsamak gerekiyor.

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER