“Ben haklıyım” söyleminin son zamanların kişisel kanunu haline gelmesi başkalarının hak ve özgürlüklerinin zarar görmesine yol açıyor.
Özellikle, korkaklık diye tanımlanabilecek intihar ve yaşamına son verme seçeneğinin artış gösterdiği bir zamanda, insanların duygusuzluk ve umursamazlık üzerine kurulu olan iç dünyasının patlamaya hazır bir volkana dönüşmesinin özünde kişinin kendi kendini tanımayı başarmamış olması yatar.
Konumuz yaşamına son vermek veya intihar olgusu değil. Vurgulanmak istenen kişinin varlığına son vermesine kadar uç bir noktayı önümüze koyan duygusuzluk hali ile insanı diğer insanlardan koparan umursamama psikolojinin zamanla insanı ne hale getirdiğidir.
Akıl ve bilinç kavramlarını bir kenara iten ve irade potansiyelini yok sayan yaşam koşullarının insanı mutlak gerçekliğinden ne kadar uzaklaştırdığını kendisine olan inancını unutan bireylerden anlıyoruz.
Duygusuzluk, insanı uçuruma atan bir çıkış noktası olmamalı. Hiçbir şeyi umursamamak kişilik özelliği olmadan, ortaya çıkan olayları veya yaşanan süreçleri nedenleri ve sonuçlarıyla sorgulamak asıl amaç olmalıdır.
İnsan kendini sorgulamalı!
Neden ile sonuç arasında hayatında yaşadığı tüm gerçekleri ve var olan tüm unsurları muhakeme etme becerisiyle hem kendinde hata aramalı hem de hata varsa dış dünyada kendisine zarar verecek tüm etkenlerden korunmanın yollarını bulmalıdır.
Acı ve üzüntülerin insanın duygularını tahrip ettiği doğru. İnsanların zamanla yaşadıkları olaylar karşısında umursamazlık seline kapıldığı temel bir gerçeklik. Ancak sınırı ihlal edilen konu kendine zarar verme seçeneğiyle hayatı kendisine zehir etmesi ve hatta yaşamına son verecek girişimlerde bulunmaya yönelmesi.
Acı ile mutluluk arasında insani duygularımızın önemli bir yer edinmesi bize gösteriyor ki herkesi mutlu etmeye çalışmakla sorunlar çözülmüyor. Önce kendimizi memnun etmenin yolunu bulmak gerekiyor.
Bunun için de mükemmel olmak veya üstün özelliklere sahip olmak gerekmiyor. Öncelikle hayalini kurduğumuz şeylere odaklanmak ve denemekten vazgeçmemek lazım. Kendimizi başkalarıyla kıyaslamaktan kaçınmanın yanında başarabileceğimiz ve bize faydası olacak şeylere yönelmemiz sağlıklı olacaktır.
Duygular insana kattıkları değer kadar insanı mutluluğa ulaştırdığından yaşamı ve insanları umursayacak sınırlarda sosyal ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Duygular paylaşıldıkça huzur ve aidiyet hisleri artar.
Üzüntülerin, sevinçlerin, acıların, birlik ve dayanışma ruhunun, inançların, kültürel değerlerin ve ahlaki ilkelerin paylaşılması ile birlikte hayatın anlam/değer kazanacağı bir zaman dilimindeyiz.
İnsanları umursamamak, değer vermemek, yaşamı ve hayat sürecini umursamadan duygularımızı canlı tutan ortak menfaatlerde buluşmamak uzak durulması gereken alanları işaret eder.
Ayrıca kendimizi umursayarak duygu birlikteliklerine yönelmek, insanlarla acı ve mutlu zamanları yaşamaya hazır olmaya çalışmak insanların değerini anlamamıza sebep olmakta.
YORUMLAR