Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Veysel Keskin

ESKİ RAMAZANLARI HATIRLIYORUM

Gündüz herkes işinde gücündeydi. Camiler öğle ve ikindi namazlarında da şimdikinden daha kalabalık olurdu. Namazlardan sonra cemaatten bir kısmı camide Kur’an okur, bir kısmı da arka taraflarda uzanır, oruç saatlerini tamamlamayı sabırsızlıkla beklerdi.

Alaca karanlık bastırınca millet evlerinin damlarına ya da balkonlara çıkıp ezan sesini duymaya koyulurdu. Caddeler, evlerine dolu poşetlerle dönen insanlarla, ellerinde sıcak ekmeklerle evlerine koşturan çocuklarla doluydu.

İlk “Allahü Ekber” nidası işitildi mi herkes sofraya oturur ve iştahla Allah’ın sunduğu nimetlerin tadına varırdı. Bazen teknik aksaklıklar olurdu, saati gelmesine rağmen ezan sesi duyulmazdı. O zaman balkonlarında, damlarında bekleyenlerden homurdanma sesleri duyulurdu. Evlerinin cephesi cami minaresini görenler, minarenin ışığından ezan vaktinin geldiğini anlayabiliyorlardı. Akşam çayından sonra camiler, teravih kılacak vatandaşlarla dolup taşardı. İmamlar biraz hızlı kıldırırdı namazları, ama cemaat imama yetişmekte ısrarcı olurdu.

Ve sahurlar…

Davulcular gümbür gümbür sokakların arasından geçerlerdi. Sokaktaki evlerin ışıkları teker teker açılırdı. Sokakta ışığı açılmayan bir ev bile olduğunda davulcu daha tok bir sesle “uyanın” diye bağırır ve tokmağı davula daha sert indirirdi. Mahmur gözlerle, yarı uykulu yarı uyanık bir şekilde herkes sofralarda toplanırdı. Sahur yapanlar televizyonu açar Ramazan programlarını izlerdi. Uyarı salasından önce herkes midesini suyla doldururdu. Ezandan sonra sabah namazı kılınır ve herkes sabahın seherinde yatağına geçer uyurdu.

Bir tadı vardı Ramazanın. Bir coşkusu, bir havası vardı. Ramazanın son günlerinde herkes fitresini çıkarır ve en yakınındaki maddi durumu iyi olmayan ailelere dağıtırdı. İşin ilginç yönü ise maddi durumu iyi olmayan aileler bile fitresini çıkarır başka bir muhtaç aileye verirdi.

Şimdi düşünüyorum, gerçekten yukarda anımsadığım Ramazanlar bize çok şey kattı. İster dini bir olgu isterse de bir gelenek diyelim, öncelikle toplum olmayı öğretti. Yardımlaşmayı, halden anlamayı, çevremizdekilerden haberdar olmayı öğretti. Bir sofrada doymayı, bölüşmeyi ve şükretmeyi öğretti.

Yardımlaşma had safhadaydı. Komşular evlerine aldıklarını komşularına da ikram eder, komşulara da dağıtırdı. Sofralar çeşit çeşit nimetlerle bezenirdi.

Şimdiki toplum mu, o zamanki toplum mu? Biz o günleri görerek büyüyen bir nesil değil miyiz? Bunu sürdüremez miydik? Belki o coşku, o hava yok bugün. Belki o bilinç yok ama yardımlaşma, dayanışma ruhumuzu kaybetmeyelim bari. Soralım, sorduralım imkânımız varsa. Muhtaç ve geçinme sıkıntısı çeken ailelere imkânlarımız ölçüsünde elimizi uzatalım. Bu hasletlerimizi yitirmeyelim!

“Komşusu açken karnı tok halde yatan bizden değildir” diyen Peygamberin ümmetiyiz.

Toplumsal bütünlüğü korumak, mutlu bir toplumun olmak için yardımlaşma ve dayanışma elzemdir. Bugün “yardımlaşma” kavramının kapsamı genişlemiş ve tüm insanlığı içine almıştır. Biz yine de en yakın çevremizden başlayalım ve örnek bir toplum olalım.

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER