Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Fatma Güney

BİR VAR OLAN BİR YOK OLMUŞ

“Masal kötüyse kahraman ne yapsın?” sözünü bir duvar yazsında okumuştum.

Her masal mutlu sonla bitecek değil ya!

Bazen kötü masalların iyi kahramanları da kaybeder. Oysa bütün masallarda bir varmış bir yok olmuş insanoğlu.

İnsanoğlunun; aşkı, ihaneti, nefreti masal kitaplarına konu olmuş. Okunması güzel ama inanması zormuş.

Bütün zorluklardan geçen kahramanımızın tek dileğiydi, çocukluğunda kalan masalın iyi bitmesi. Ama adı üstünde sadece masallar mutlu sonla bitermiş. Bu düşüncelerden sıyrılıp yola koyuldu.

Adımlarını sert atıyordu çünkü zaman geçiyordu ve gün batmadan yetişmeliydi gideceği yere. Yürürken bir korku sardı içini. Ya yetişemezse ne yapacaktı? Ama Korkunun ecele faydası yoktu.

Geçen zamanın ardından gideceği yere varmıştı masal perisi, yaralı bir halde yerde yatıyordu.

Yanına uzandı, gözlerini kapattı ve Stephen Kıng’in “Peri Masalı” kitabındaki hikâyeyi düşünmeye başladı.

Orada yazılan güzel bir cümle aklına geldi: ”Herkesin içinde bir kuyu var ve o kuyu asla kurumuyor. Sorumluluğu kabullenerek oradan su içiyorsun ve su aslında zehir.”

Uzandığı yerden kalkıp kucaklıyor en sevdiği kadını, koşar adımlarla giderken bir anda kolları boş kalıyor, kafası karışıyor. Çığlık atmaya başlıyor, derken uykudan uyanıyor.

“Nasıl bir acıdır bu?” deyip annesinin fotoğrafını alıp ağlamaya başlıyor ve masal burada başlıyor.

Yetimhanenin merdivenleri çocuk sesiyle dolmuştu. Orada herkes ya arkadaş ya kardeşti ve birbirini çok seviyordu. Yuvayı da yuva yapan sevgi değil miydi?

Aile kelimesi onlara ne kadar yabancı gelse de bir gün büyüyüp aile sahibi olacaklardı. Zamanı geldiğinde aralarındaki bağ güzel bir aşka dönüşecekti. Yetimhanedeki bütün zorbalıklara rağmen aile sevgisini tatmak için evlenip çocuk sahibi olacaklardı.

Ama geçmişlerinden bir türlü kurtulamıyorlardı. Kendi içlerinde bir iç savaş açmışlardı. Ruhları adeta şeytanın karanlığında esir kalmıştı. Bir gün bu karanlık onların sonu olacaktı, biliyorlardı.

Çocukken sığınma evlerinde yaşadıkları travma, akıl sağlıklarını etkilemiş ve korku onların en büyük düşmanı olmuştu. Annesiz çocuklar ruhen ve bedenen diğer çocuklara göre hep eksik kalmışlardı. Bu bile aile kurmalarına engel olamamıştı. Zaman geçtikçe çocuklarının büyümesiyle gerçekler ortaya çıkacaktı.

Bir akşamüstü kapının çalınmasıyla kadın ürkmüştü. Önce tereddüt etti kapıya açmaya. Sonra o günün geldiğini anlamış gibi bütün korkularıyla yüzleşip kapıyı açıverdi failine. Çıkan ses kanları donduracak kadar yüksekti, kadın yere yığıldı. Kanlar içinde kalan bedeninin tek tanığı çocuğuydu.

Küçük yaşta tecavüze uğramış bir çocuğun, bir annenin, bir öksüzün hikâyesiydi. Bir sahipsizin, kimsesizin hikâyesiydi.

Geride kalan bir yetim!

Çocuk polislere seslendi! “Onu öldüren bir canavardı.” deyip ağlamaya başladı.

Masal bu ya!

Onu öldüren insan olacak değil!

Çocuğun haykırışına kulaklar sağır, diller lal ve gözler kör olmuştu. Çocuk sustu. Bütün masalların aksine mutluluk bu masala hiç uğramamıştı.

Oysa Turgut Uyar ne kadar hisli anlatmış, bu masala yakışacak en güzel sözü: “Çok şey vardı anlatacak o yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen, duydun mu sustukları mı?”

Peki ya siz duydunuz mu duyulmayanları?

YORUMLAR

Bir adet yorum var

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER