Bu hak Yasa ve Kanunlar belirlenerek, Eşitlik ilkesi gözetilerek, ayrımcılığa ve sınıf farklılığı yaratmaya yol açan bozucu etkenlerden korunma prensiplerine uygun davranılması için rehberlik yapmayı işaret eder. Hem ulusal manada hem de uluslar arası arenada Anayasal sınırlar dâhilinde ülke içi yargı organlarının yanı sıra uluslar arası mahkemeler yardımıyla aktif bir yargı hakkını kullanma yoluyla tüm keyfi yakalanma, tutuklanma veya sürgün edilme alternatiflerinden uzak duracak şekilde kişiler korunma altına alınmıştır.
Suç unsuru oluşması durumunda adil bir yargılanma ve suç unsuru olmadığı durumlarda ise hukuksal çerçevede haksız yargılanmaktan korunma adına herkesin hak ve yükümlülüklerden faydalanması amacıyla savunma özgürlüğü vardır. Çünkü ispatlanana kadar hiç kimsenin haklı/haksız suçlanmasına yol açılmaması ilke edinilmiştir.
Tüm bireylerin özel yaşamı, ailesi ve kişisel alanlarının müdahale yoluyla baskı altına alınmaması yönünde kişisel onuru ve şahsi gerçekliği gözetilmelidir. Bu hak bir ülkenin vatandaşı olma ve bir Devlet çatısı altında olma gibi sosyal kimliklerin ortaya çıkmasında önemli rol oynamaktadır. Bu sosyal kimlik bilinci ve ülke vatandaşı olma gerçekliğini, bir Devlet uyruğunda yaşama hakkını başkası ortadan kaldıramaz.
Yine evrensel insan hakları ile ilgili bir madde olması itibariyle evlilik sözleşmesi kurma konusunda insanlar hür iradelerini kullanmaya teşvik edilmektedir. Erkekler ve kadınların herhangi bir ırk, uyruk, din ve kültür açısından sınırlama getirilmeden evlenmeye ve aile kurmaya yönelik insani hakları vardır.
Aile, toplumun ve insanlığın doğal ve temel birimi kabul edildiğinden dolayı yapılacak evlilik sözleşmeleri, yaşanan toplum ve paylaşılan Devlet bilinci itibariyle korunma özelliğine sahiptir.
Mülkiyet hakkını insan doğasının vazgeçilmez bir hakkı olarak benimseyen bildirgenin ana prensibi hiç kimsenin keyfi olarak mal sahibi olmaktan yoksun bırakılmamasıdır.
“İnananlar kardeştir ve bütün inananların kanı da malı da diğerine helal değildir” gibi bir düstur ile hareket etme düşüncesinin yarattığı koruma ve güvenlik kalkanı sayesinde hem ulusal hem de uluslar arası haklar ve kurallar güvence altına alınmıştır. Modern ülke tabiri altına gizlenme basiretsizliğiyle kan ve gözyaşı peşinde koşma derdi olan işgal/zulüm topluluklarının gelecekleri her zaman karanlıklar ardında kalmaya mahkûmdur.
Günümüz dünyasında Savaş olgusunun dayandığı yıkıcılık dürtüsünün özünde bulunan “Yok etme” ve “Ortadan kaldırma” ilkesinin umursamazlığında insanların düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğüne sahip olma hakkının ayaklar altına alındığı bir gerçekliği yaşıyoruz.
Savaş mantığının tamamen diğerini yok etme ilkesine oturtulduğu yüzyılımızın ortaya çıkan ülke içi çatışmalar ile ülkeler arası saldırıların insanlık dramlarına şahitlik ettiğini görüyoruz. Sadece inanç farklılığı nedeniyle günümüz modern toplumları ile ikinci ve üçüncü Dünya ülkeleri arasında Doğu ile Batı cepheleri yaratılarak sahnelenen savaş ve yıkımların tek mantığı var:
Sömürme ve kaynakları kendisine aktarma!
Madde 20’ de dile getirilen barış içerisinde yaşama seçeneğinin aslında sadece kâğıt üzerinde kalan bir tespit olduğu görülmekte. İfade özgürlüğü ve inanç hürriyeti hakkının engellenmesine bireylere olduğu kadar toplumlara/topluluklara da uygulandığı bir dünya düzeninin içerisine mahkûm olduk.
Aynı şekilde yüzyılımızın kara lekesi olma sonucuna doğru giden olaylar zincirinin birer halkası olan Ortadoğu ülkeleriyle Afrika ülkelerinin ülke içi/ülkeler arası çatışma halleri birçok insani hakkın sayılmamasına temel olmakta. Çünkü herkesin toplumun bir üyesi olduğu ve sosyal güvenliğe ihtiyaç duyduğu bir ortamda, insan onuru ve kişilik gelişimi bakımından korunması gerektiğini kabul etmek zorundayız.
YORUMLAR