HÜMEZE SURESİ.(3)
3. “Gerçekten o, malının kendisini ebedî kılacağını sanmaktadır.”
Adam malının kendisini ebedîleştireceğine, ebedîyen kendisini yaşatacağına inanmaktadır. Bu malın ve mülkün sahibi olarak ebedîyen yaşayacağını ve hiç ölmeyeceğini zanneder. Malıyla bu dünyada ölümsüzlüğü garantilediğini zanneder. Allah’ın kendisine bolca servet verdiği ve kendisine verilen bu servetin kendisini şımarıklaştırdığı, elindeki nimetlerin ebedî olduğunu, hiç bitmeyeceğini zanneden ve hayatını bu düşünceye bina eden bir adam. Sahip olduğu malını, mülkünü, servetini, samanını, makamını, mevkiini, gücünü, kuvvetini, gençliğini, zindeliğini hiç yitirmeyeceğine inanan bir adam. İzzet ve şerefi bunlarda gören, bunlarda arayan bir adam.
“Ben gerçek güç ve kuvvet sahibiyim! Bütün bunların sahibi benim! Bu malımın, bu mülkümün, bu gücümün, bu saltanatımın, bu çevremin, bu kredimin, bu hayatımın sahibi benim ve artık ben bu mülkün batacağına da inanmıyorum! Yok olmaz mallar! Tükenmez bu servet! Bu iş yerlerim, bu fabrikalarım kesinlikle yıkılmaz! Yok olmaz bu fabrikalar! Bitmez bu saltanat! Son bulmaz bu hayat! Gelmez ölüm bana! Ben ebediyen yaşarım bu saltanatımın içinde! Bütün bunlara sahipken artık ben öleceğime de kıyametin kopacağına da ihtimal vermiyorum! Bu saltanatın, bu gücün ve bu imkânın sahibi olan birinin üzerine kesinlikle kıyamet kopmaz! Benim üzerime kıyamet kopmaz! Kimse benim önüme geçemez! Kimse benimle baş edemez! Allah’ın da beni öldüreceğini sanmıyorum!”
Gerçi eğer bu zavallı fakirlerin, şu ayak takımının dedikleri doğru da kıyamet kopacaksa bile ne önemi var? Eğer bunların dedikleri gibi ölecek ve yeniden dirileceksek elbette yine bize orada ayrıcalık tanınacak ve ayrı muamele yapılacaktır. Zat-ı âlileri orada da korunacaktır elbette. Çünkü dünyada bu kadar servetin, bu kadar saltanatın sahibi değil miydik bizler? Öyleyse sayın cenapları elbette ahrette de düşünülecek, elbette orada da protokol bozulmayacak, orada da saygınlığını koruyacaktı. Böyle düşünüyor adam. Böyle hesap ediyor, böyle bekliyor. Malıyla, mülküyle kendisini ebedîleştirmeye çalışıyor. Hayat programını hiç ölmeme inancına bina etmeye çalışıyor.
Mal çokluğu, nüfuz çokluğu ve fizikî güç. Bakıyoruz tarih boyunca ve şu anda da tüm çağdaş müşrik sistemler bunların topluma yansıyan temelleri üzerine kurulmuştur. Tüm müşrik sistemler bu üç şeyin çokluğu esasına dayanmaktadır.
1. Ya mal, mülk, servet çokluğuna, ekonomik güce dayanır ki bunun adı kapitalizmdir.
2. Ya çoluk, çocuk, sülale, ırk çokluğuna dayanır ki bunun adı faşizmdir.
3. Ya da güçlü olmaya dayanır ki, bunun adı da despotizm veya krallıktır.
Halbuki bunların hiçbirisi üstünlük sebebi değildir. Bunların tamamını veren Allah’tır. Malı, mülkü veren Allah, çoluk, çocuğu veren Allah, fizikî gücü veren de Allah’tır.
Öyleyse sakın ha sakın hiç kimse şu anda sahip olduklarının sahibini kendisi zannetmesin. Hiç kimse bunların sahibi benim zannetmesin. Malın, mülkün, bağın, bahçenin, evin, barkın, dükkânın, tezgâhın, paranın, pulun, çoluğun, çocuğun sahibi benim zannetmeyin. Hocalığımızın, bilgimizin, tecrübemizin, çevremizin kredimizin sahibi biziz zannetmeyelim. Bunların tümünü bize veren Allah’tır bunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım. Bunlara sahip olduk diye bunlardan mahrum imtihan edilenlere tepeden bakmayalım. Onları küçük görmeyelim. “Benim gücüm kuvvetim var, param pulum var, oğlum kızım var, çevrem kredim var. Hâlbuki sende bunların hiç birisi yok. Hem ekonomik yönden senden çok üstünüm, hem de siyasal gücümle seni ayağımın altına alabilirim. Hem cüzdanım kabarık, hem de güçlüyüm. Yani benim karnımdaki senin karnındakinden daha çoktur” diyerek karın hesabında olmayalım. İnsanları barsak hesabına göre değerlendirmeyelim. İzzeti, şerefi malda, mülkte, makamda, aramayalım.
Mevlam rızasına yaraşır bir kulluğu yaşamayı cümlemize nasip etsin.
DEVAMI YARIN….
AYETİ KERİMELER:
“Onlar, Allah, cennet, cehennem, melek, kıyâmet, âhiret gibi duyu organlarıyla algılanamayan; ancak ilâhî vahiy sayesinde kavranabilecek gerçeklikler âlemi olan gayba inanırlar, hakîka¬tin sadece gözle görülenlerden ibaret olmadığını bilir, mutlak Hâkim olan Ya¬ratı¬cıyı imanları sayesinde hissedebilir, kavrayabilirler. Ayrıca, Müslümanlığın vazgeçilmez şartı olan namazı gereken dikkat ve özeni göstererek, dosdoğru ve aksatmadan kılar, Yaratıcıyla aralarındaki gönül ve kulluk bağını —günde en az beş kere huzurunda durarak— sürekli canlı tutarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan, yani o güzel nîmetlerden bir kısmını toplum yararına fedâ¬kârca paylaşarak, Allah için yoksullara harcarlar.” (Bakara,3)
“Yine onlar, o takvâ sahipleri, hem sana gönderilen bu son ilâhî vahye, hem de senden önceki elçilere gönderilen Tevrat, Zebur, İncil gibi kitaplara ve diğer bütün ilâhî vahiylere —sonra¬dan eklenmiş, değiştirilmiş kısımları hariç— inanırlar. Bütün Peygamberlerin ve ilâhî kitapların aynı inanç ve ahlâk ilkelerini getirdiğini, hepsinin aynı kaynaktan geldiğini bilirler. Âhiretin varlığına da tüm kalpleriyle iman ederler. Dünya hayatının geçici olduğuna, Allah’ın şaşmaz adâleti gereğince tüm insanları yeniden dirilterek iyilikleri ödüllendirip, kötülükleri cezalandıracağına içtenlikle inanır ve bu inanca uygun davranışlar gösterirler.” (4)
“İşte, Rablerinin gösterdiği dosdoğru yolda yürüyenler onlardır, dünya ve âhirette kurtuluşa erecek olanlar da, yine onlardır.” (5)
HADİSİ ŞERİFLER:
* Aişe ra’den, Peygamber sav: “Cibril (a.s) hiç durmadan komşu hakkına hürmet olunmasını bana vasiyet ederdi. (Bu vasiyeti o kadar çok yapmıştı ki) hattâ ben ya-kında Cibril (Allah’ın emriyle) komşuyu komşuya mirasçı yapacak sandım” buyurmuştur.
Ebu Zer ra şöyle buyurmuştur: Resulullah sav bana: ”Et pişirdiğin zaman fazla su kat(fazlalaştır)ve komşularına dağıt” buyurmuştur.
*Başka bir rivayet, Abdullah b Amr r.a geliyor: Evlerinde bir koyun kesildi.Abdullah b Amr: Kölesine: Yahudi olan komşuma bu etten ikram ettinmi 2 defa. Zira Resulullah sav’i şöyle derken işittim:”Cebrail as bana komşuyu devamlı tavsiye etti, o kadar ki, ona mirastan pay verileceğini zannettim” diye buyurduğunu ifade ediyor.
EFENDİMİZ SAV’DEN DUA:
“Allah’ım! Bana öyle bir iman ver ki, kalbime yerleşsin, her şeyi Senden bileyim ve Senin iznin olmaksızın hiçbir şeyin bana dokunmayacağına inanayım.Bana taksim ettiğin rızka da beni razı kıl.”
“Allah’ım! Tembellikten, ihtiyarlayıp elden ayaktan düşmekten, günah işlemekten borçlu kalmaktan,kabirde suali veremeyip azaba duçar olmaktan,cehenneme düşüp azap görmekten ve zengin olup şaşırıp şımarmaktan,fakir olup sıkıntı çekmekten ve Deccalin fitnesinden sana sığınırım.”
ÜSTAD BEDİ’UZZAMAN HZ:
21.MEKTUP
Dördüncü Kelime:
MÜLK ONUNDUR, Yani, mülk umumen Onundur. Sen, hem Onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor:
Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadirdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.
Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
HZ ALİ RA:
Bilin ki şu Kur’ân, öğüdünde aldatmayan, yol göstermede insanı azdırmayan, söyleyişte yalan söylemeyen bir öğütçüdür. Kur’ân’la oturup kalkan, doğrulukta, fazla bir şeye ulaşmayan, körlükte noksana erişmeden oturup kalkar. Bilin ki hiç kimseye Kur’ân’dan sonra bir ihtiyaç, bir yoksulluk gelip çatmaz; hiç kimseye ona uyduktan sonra bir zenginlik ulaşmaz. Dertlerinize O’ndan şifâ dileyin; güçlüklerinize O’ndan yardım isteyin; çünkü O en büyük derde bile devâdır ki o da küfürdür, nifâktır, azgınlıktır, sapıklıktır. Allah’tan Kur’ân’la dileğinizi dileyin; O’nunla Allah’a yönelin; O’nu vesile ederek halktan bir şey istemeyin; çünkü kullar, Allah’a, O’na benzer, O’nun değerine denk değerli başka bir şeyle yönelemezler.
Bilin ki O şefaatçidir, şefaati kabûl edilir; öylesine bir söz söyleyendir ki sözü tasdik olunur; Kur’ân kıyâmet gününde kime şefâat ederse şefâati kabûl olur ve Kur’ân, kıyâmet gününde kimin aleyhinde söz söylerse sözü makbul sayılır.
NECİP FAZIL KISAKÜREK:
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir;
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
‘Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur’
YORUMLAR