Belirlenen ilkeler fayda ve zarar yönlü düşünüldüğünde ortaya çıkan sonuç bireysel ve toplumsal olandan yana olumlu ve faydalı taraflar doğuruyorsa destek olmak kaçınılmaz olmakta.
Çünkü iyi ile kötü arasında gidip-gelmeler yaşayan insanın tabiatında, doğru ile yanlışı ayırt etme konusunda hatalı çıkarımlar yapılabilmekte.
Akıl ve mantık kurallarının kişiye göre değişkenlik gösteren uygulamaları zamandan zamana ve şartlara göre ayrı sonuçlar doğurduğundan, kişisel yorumlar ve değerlendirmeler hatalı olabilmekte. Değerlendirmeler ve yorumların genele hitap eden tüm insanlarla alakalı faydaları ve sonuçları hedef edinilmeli, insan ve toplum göz önünde tutularak genel ilkeler belirlenmelidir.
Özellikle insanların ve toplumun tamamını etkileyen ve genel faydayı öne çıkaran alanlarda belirlenen evrensel kurallar geçerliliğini yitirmeden varlığını sürdürmelidir.
Örneğin, kazalardan korunmak amacıyla belirlenen kuralların trafik ve ulaşım alanında önlediği sakatlık ve ölümlerin genel faydaya yönelik sonuçları ile hırsızlık olgusunun engellenmesi amacıyla alınan tedbirlerin herkes tarafından benimsenerek sosyal hayata aktarılması ile kötüye engel olunduğu gibi zararlardan da kaçınılması sağlanmakta.
Dini hayatımızın sosyal yaşam alanları ile olan uyumunu da bu çerçevede değerlendirerek, toplumsal fayda ile olan bağının verdiği faydalı durumları gözetmek gerekiyor.
Haram ve günah olguları, sakınılması gereken alanlardan uzak durmanın ilkelerini önümüze koyarken, amaç edindiği nokta toplumsal fayda ile zarardan korunma dürtüsü olmakta.
İyi hal ve temizlik manaları taşıyan, çoğalma ve artma anlamlarına gelen zekât kavramı da toplumsal birlik ve fayda yönlü modellerin insan hayatında yer edinmeye çalıştığı emanet bilincini işaret eden bir ahlaki ve erdem ilkesini önümüze koyar. İlahi manada kazanç elde edilen unsurlardan hakkı olana yeterince verilmesi tanımını yüklenen zekât kavramının dini anlam dışına taştığı görülüyor.
Çünkü sadece inanç sistemi ile hareket etmek değil, inanan veya inanmayan herkesi insan hakları konusunda aynı kategoride değerlendirdiğinden, hakkın hak edene verilmesi ilkesini gözeten uygulamaları desteklemekte. Var olan ve mutlak güç tarafından insana sunulan nimetler, ayrım yapılmadan paylaşım mantığı ile eşit bölüşümün sağlandığı bir adalet kültürünün zihinlerimizde yer edinmesi için vardır.
Zekât, dini bir gereklilik olduğu kadar toplumsal haklar ve eşit dağılım mantığının bir gereği olarak da kazanımlarımızın içerisinden muhtaç olana hakkını verme, ihtiyacını karşılayacak olanakları sunma ayrıntısını da özünde barındırır. Mal ve nimet sadece belli bir insan topluluğunun veya bireylerin kullanımına tahsis edilmiş ayrımcılığı ifade etmez.
İnfak diye kavramsallaşan muhtaç olana verme ve kazanılmış mallardan, kazançlardan başkasını faydalandırmak durumu, sadece dini literatürün ilkesi olmaktan çıkarak toplumsal bir boyuta geçiş yapmaktadır.
Kazanılan nimetler ve zenginlikler, insanın emaneti olduğundan ve ne zaman, nasıl kazanılacağı veya kaybedileceği garantisi olmayan unsurları işaret ettiğinden dolayı, bireysel aitlik duygusunun geri plana atılması gerekiyor.
Emek ve gayret kazançların elde edilmesinde ana faktördür. Fazla kazanma adına harcanan emeklerin karşılığı alınmalı ve en azından muhtaç olanın hali düşünülerek mağduriyetinin giderilmesine katkı sağlanmalıdır.
Çalışmayana hak ettiğinden fazlası verilmemeli…
Gücü ve potansiyeli olduğu halde kendini muhtaç kabul ederek emek harcamaktan kaçınmak veya çalışma yoğunluğundan uzak durmak kişide hak doğurmamaktadır. Zekât ancak gücü olmayan, muhtaçlığını gideremeyen, mağduriyetini ortadan kaldırma imkânı olmayanların faydalandığı zamanların ve ortamların uygulanan bir ilkesidir.
Bir de kazançların ihtiyacı olana menfaat ve çıkarlar gözetilerek, fazlasını geri almak şartıyla bir süreliğine verilmesi (faiz) gibi haram kabul edilen yıkıcı davranışlara girmek, malların temizliğini ve artmasını engelleyen etkenleri doğurur. Haksız yollarla, emek harcamadan kazançları çoğaltmaya yönelmek kötü olanı tercih etmek, günaha davetiye çıkarmaktır.
Ramazan ayının ruhu da varlığını böylesi etkinlik ve yardımlaşma üzerine kurulu girişimlerde bulur.
Sadaka gibi yeri ve zamanı olmayan, fakir ve muhtaca katkı sunmayı amaç edinen yardımların kutsal günlerde artarak kendini gösterdiği anların yoğunluk kazandığı ay olan Ramazan ayı, aynı şekilde zekât için de yer ve zaman belirleyerek harcamaların kutsal değer kazanmasına yardımcı olmakta.
Modern dünyanın unutturduğu değerler arasında kaybolan ilahi ve kültürel ilkelerin özünde yer alan yardımlaşma ve dayanışma unsurlarının, veren el pozisyonundaki insana başka yollardan sağladığı kazançlar fark edilmiyor. Çünkü hakkı, hakkı olana vermenin arka planında nasip ve helal olanı paylaşmanın getirdiği fazla kazançlar bulunur.
Verilenin yerinin fazlasıyla nasip olarak doldurulduğunu unutmuş durumdayız.
YORUMLAR