Eve girdiğinde sessizlik almış başını gidiyordu. Odadaki nergis kokusu bütün eve sinmişti. Kanepeye oturup önce bir iç çekti sonra gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bütün yalnızlık sarıvermişti evi ve kendisini. Acının başka bir tarifiydi onun için yalnızlık. Oturduğu yerden kalkıp önce gözyaşlarını sildi sonra en sevdiği plağı taktı.
Ayla Dikmen söylüyordu: ‘Anlamazdın anlamazdın, kadere de inanmazdın…’ Sözler birbirini takip ettikçe içinden bir şeyler kayıp gidiyordu. Her gidişin bir adı olmalı geride bırakılan için kader deyip geçmek mi yoksa acı mı? Bu şarkı hiçbir zaman bu kadar çaresiz hissettirmemişti.
Her söze bir anlam yüklemek hiçbir zaman bu kadar zor olmamıştı. Söylemek istediği her şeyi şarkılara yüklenmişti sanki. Bir şarkıdan medet ummak ve onu bir gidişe adamak bu olsa gerek. Evdeki her şey onu hatırlatırken elinden düşen bardağın bile farkında değildi. Kırılan cam parçaları elini değil de yüreğini kanatıyordu sanki. Oysa can yakmak, kanatmak değildi ki. Peki mutluluk, oda mı bir kaderdi?
İnsan kaderini nasıl değiştirebilirdi ki? Peki, zaman buna yetecek miydi? Bir boşluğun ortasında iki insan ve değişmeyen bir kader… Oysa yazılan yazılmıştı, değiştirmek mümkün değildi. Kalana neyi vaat etsen de onu mutlu etmeyecekti. Son durağa gelen yolcunun inmesi bekleniyordu. Kendini sorgulamak da çare değildi. Bütün çareler tükenmişken başka ne yapabilirdi ki? Tevekkül etmekten başka.
Kafasındaki soru işaretleriyle zaman akıp gitmişti. Bir an kendine geldiğinde artık gerçek dünyadaydı. Yüreğinin acısını o kadar derin hissediyordu ki onu hiçbir şey mutlu edemezdi. Umutsuzluğa giden yolun sonunda olmak onu daha da tedirgin etmişti. Hayatının bu acıdan ibaret olduğunu fark edince yeni umutlara sığındı. Nelerden vazgeçmezdi ki onu bir an görmek için!
Bir an zilin çalışı ve ayağa kalkması bir oldu. Kapıyı açtığında kimseyi görmemesi onu bir kez daha yıkmıştı. Yine yanılmıştı.
“Giden asla gelmeyecekti.”
YORUMLAR