“Merhaba Kemal, merhaba Füsun aşkınıza şahit olmaya geldim” diyerek girdim;
Üç katlı, kahverengi ahşap eve.
Sevgili Orhan Pamuk’un eseri İle aynı adı taşıyan ev, kitabın içeriliğinin yansıtıldığı bir Müze.
İçeri girer girmez, efsunlu bir koku içine çekti beni.
Kitapta okuduğum her ayrıntıyı itinayla dizayn eden yazarın, kalemine ve düşüncesine bir kez daha hâyran kaldım.
Aşık olduğu kadının (Füsun) içtiği sigaranın izmaritlerden, kullandığı tokalara, giydiği kıyafetlere kadar, muhteşem bir şekilde sergilemesi göğsümü doldurdu.
İçeride ki havayı defalarca soludum.
Kemal’le birlikte pencere önünde durup, yokuş aşağıya akan yağmur suyunu izledim.
Füsun’un elinin değdiği merdivenleri teker teker usulca hissederek çıktım.
İnci küpelerin kulağında nasıl durduğunu, sergilenen kıyafetlerde Füsun’un ince zarif vücudunu, Kemal’in gözlerinden görmeyi denedim.
Kemal’in aşkını, ihtirasını
Füsun’un hırsını, inadını düşündüm durdum.
Dalıp gittim uyanmak istemedim.
Ellerinde kameralarla evi gezenlerle izledim, her karesini hafızamdan çektim.
Sevgili Orhan Pamuk’un el yazısını inceledim. Defalarca baştan yazılan, kitabın giriş cümlesini okudum.
“Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?
Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu”.
Ahşap, vitrin önünde oturup tekrar tekrar okudum.
Yazmanin ne meziyetli ne kadar meşakkatli olduğunu bir kez daha anladım.
Kemal’in Orhan Pamuk’a hikâyesini anlattığı
Yatak üzerinde oturup, Füsun’un kırmızı bisikletiyle göz göze geldim.
Kırmızı üç tekerlekli bisiklet, belki de Müzenin ilk parçasıydı.
Yatağın tam karşısında ki duvarda, kitabın son cümlesi olan,
“Herkes bilsin çok mutlu bir hayat yaşadım”
Yazısını görünce, hüzün sardı etrafımı, çatı katındaki küçük havasız odada.
Bu cümlenin, içinde sıkışıp kaldım.
Bunca acıyı çeken bir adamın, son sözleri miras niteliğindeydi benim için.
Aslında, herkesin bilmesini istediği “aşk”ıydı, ve güzel olan hayatı değil, Füsun’du.
Kemal’in hayatı yaşadıklarından değil de, Füsun’dan ve bu evden ibaretti sanki.
Kurmaca bir eser olmasına rağmen, gerçekliği okuyucuya o kadar güzel geçirmiş ki yazar,
Bu ev bu müzeyle taçlandırmış.
Gerçek bir hikâye mi, kurmaca mı? Bilmem ama benim için” gerçek bir aşk hikayesi “ve sanırım gerçek olduğunu düşündüğüm yada kendimi kandırdığım, inandırmak istediğim bir eser.
Son olarak;
Müze ziyaretçilerinin çekmecelere sıkıştırdığı notları kurcaladım, okudum tek tek.
Benden de bir damla mürekkep hatıra kalsın istedim.
Oturup bir köşede, müze defterine;
“Aşk dünyanın en güzel, en korkunç duygusu olsa da, yaşamaya değer, değmeli”.
Yazdım ve o eşsiz hazzı geride bırakarak elimde tuttuğum kitabın arasına sıkıştırdım biletimi.
Hatıralarımın en derinine gömerek uzaklaştım.
Yalnızca bu Müze için ziyaret ettiğim
Şehr-i İstanbul’dan.
YORUMLAR