İNANÇ VEYA İNANMAK-1

İnanç, tüm zamanlar için varlığını kabul edenler ile varlığını inkâr edenler arasında ince bir tartışma konusu olma talihsizliği yaşayan bir kavram.

Çünkü “İnanmak” ile “İnanmamak” kişiden kişiye değişkenlik gösterdiğinden dolayı ortak bir kanaat oluşması mümkün olmamakta.

Neye, nasıl bakıldığı önemli!

Zaten farklı türde ve çok çeşitlilik noktasında dini inançların insanlık tarihi kadar eski olması ve çok değişik türde inanç sistemlerinin insanlar tarafından ortaya çıkarılması, inanmak ile inanmamak arasındaki mücadelenin dozunu da belirliyor.

Ama temel gerçeklik milyarlarca insanın Semavi Dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet) konusunda değişik coğrafyalarda ve bölgelerde kültürel değerlerle yaşamaya çalıştığı inancını yaşamına aktarmayı ihmal etmediğidir.

Özellikle İslami Kimlik ve Müslümanlık bilincinin kuvvetli bağlarıyla insanlar arasında ve yaşanan coğrafyalarda temel yaşam modeli haline gelmesi güzel görüntüleri de beraberinde getiriyor.

İnançsız olmaz…

İman edilen bir güç olmaması insan açısından düşünülemez.

Sığınma güdüsü, aitlik bilinci, sahiplenme düşüncesi ve mahremiyet hissi sayesinde inanç sisteminin insanlık için vazgeçilmez bir liman olduğu gerçeği hiç son bulmayacaktır.

Zaten İnanç kavramı “İnsan hayatında moral değer açısından yer alan ve manevi hissiyat boyutuyla ilgili insanı yaşama bağlayan aitlik duygusunun hayat alanında somut/soyut herhangi bir şeyde anlam kazanarak ruhen/kalben değer taşıyan şekillere bürünmesi” anlamına gelir.

İnanmak gibi insanın temel karakteri olan kavramın yaşam döngüsünde sistemsel bir yapıda hayat modeli ve tarzı haline gelmesini ifade eden inanç kavramı, insanın iki önemli yaşam boyutundan birinin işareti olmakta…

İnanmak, kanaat getirmek, doğruluğunu ve gerçekliğini kabul etmek, rıza gösterecek şekilde değerli görmek, beklentilere uygun olduğundan dolayı yaşam sürecinin ana merkezine oturtacak şekilde benimsemek manası taşır.

İnanmanın ötesi inanç kavramının temelini oluşturur.

İnanç kavramı özellikle dini ve ilahi alanın ana vurgusu olmakla birlikte bu kavramın günlük hayatta ve insan yaşamının tüm alanlarında kullanılma ihtiyacı hissedilir.

Yaşamanın kendisine inanmak, aile ve çevrenin varlığına inanmak, toplumsal yapıyı oluşturan sosyal ortama inanmak, değerlere ve sosyal dayanışma/birliktelik inancına katılmak, çalışmak ve emek sarf ederek varlığının ihtiyaçlarını gidermeye inanmak gibi yaşam alanlarının insan merkezli tüm süreçlerinde inanç olgusunu düşünce yapımızın temeline oturtmak ağır basan manevi doygunluk sınırlarını oluşturur.

Parantez açılarak özellikle vurgulanması gereken nokta insan psikolojisinin genel tabiatı itibariyle “İnanmak” ve İnanç” olgularının son bulmadan sürekli bir ihtiyaç olduğudur.

İhtiyaç boyutu dışında inanmak ve inanç kavramları insan gerçekliğinin yarısı olan maddi varlığının yanında diğer yarısı olan manevi varlığın temel yapısını oluşturur.

Çünkü maddi Semavi Dinler ve ilahi boyutlara olan inançlar dışında beşeri ve maddi inanç temeli olan değişik türde inanma kanalları ve kaynakları vardır.