Dış görünüşe dayalı bir özgüven gençlik takıntısını beraberinde getiriyor
Gençlik takıntısının, bireylerin benlik algısını doğrudan etkileyen karmaşık bir süreç olduğunu ifade eden Taşkın, “Gençliğin, genellikle fiziksel çekicilik, enerji ve toplumsal başarı ile özdeşleştirildiği bir toplumda, bu dönemin kaybı, özgüven üzerinde büyük bir sarsıntıya neden olabilir.” dedi.
İnsanların, gençliklerini kaybettikçe, kendi değerlerini ve yeteneklerini sorgulamaya başlayabileceklerine dikkat çeken Taşkın, “Bu, özellikle dış görünüşe dayalı bir özgüven geliştirmiş kişiler için daha belirgindir. Yani, gençlik takıntısı sadece fiziksel bir kayıp değil, bireyin kendini değerli hissetme biçiminin de bir kaybıdır. Eğer bir kişi, gençliğin getirdiği enerjiyi, güzelliği ve dinamizmi kendi kimliğiyle özdeşleştiriyorsa, yaşlanma süreci bu kimlik arayışını zorlaştırabilir.” şeklinde konuştu.
Özgüven, bilgi, deneyim ve içsel gelişim gibi derin ve kalıcı özelliklerden beslenmeli!
Bu tür takıntıların, sadece dışarıdan gelen yorumlarla değil, bireyin içsel dünyasında da bir gerilim yarattığını aktaran Taşkın, “Kendini yaşlanmış ve değersiz hisseden bir kişi, sosyal ilişkilerde ve profesyonel hayatta daha fazla yalnızlık hissi yaşayabilir.” dedi.
Bu takıntının üstesinden gelebilmek için, kişinin özgüvenini sadece dış görünüşten değil, bilgi, deneyim ve içsel gelişim gibi daha derin ve kalıcı özelliklerden beslemesi gerektiğine vurgu yapan Taşkın, gençlik takıntısının sadece dışsal bir sorun değil, bireyin benlik algısını temelden etkileyen psikolojik bir olgu olduğuna işaret etti.
Medya ve toplumsal baskılar nedeniyle, yaşlanmak bir tehdit olarak algılanıyor…
Medya ve toplumsal güzellik standartlarının, yaşlanma algısını büyük ölçüde şekillendirdiğini dile getiren Taşkın, “Genellikle yaşlanma bir kayıp ve olumsuz bir süreç olarak sunulur. Gençlik genellikle, güzellik ve dinamizmle özdeşleştirilir. Bu da yaşlılıkla birlikte fiziksel çekiciliğin azaldığı ve değer kaybedildiği algısını pekiştirir.” dedi.
Bu durumun insanların yaşlanmayı, zayıflık, mutsuzluk ve yalnızlık gibi duygularla ilişkilendirmesine yol açtığına dikkat çeken Taşkın, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Toplum, genç yaşta fiziki çekiciliği bir başarı göstergesi olarak kabul ederken, yaşlanmayı adeta bir 'kusur' gibi gösteriyor. Özellikle kadınlar, medya tarafından sürekli genç ve pürüzsüz olmaya zorlanırken, yaşlılık dönemi sadece 'görünüşteki bir gerileme' değil, toplumsal olarak 'değersizleşme' gibi algılanabiliyor. Toplumsal baskılar, bireylerin yaşlanma sürecini kabullenmelerini zorlaştırırken, onlara sürekli genç görünme ve yaşlanmayı erteleme baskısı yapar. Sonuç olarak, yaş almak bir süreçken, yaşlanmak, genellikle bir tehdit olarak algılanır. Oysa yaşlanma, sadece biyolojik değil, aynı zamanda zenginleştirici bir deneyim de olabilir. Eğer toplum, yaşlanmayı olgunluk ve derinlik ile ilişkilendirseydi, yaşlanma daha sağlıklı ve olumlu bir süreç olarak görülebilirdi.”
Yaş almak ve yaşlanmak farklı kavramlar
“Yaş almak ve yaşlanmak, sanki birbirinin aynıymış gibi kullanılan kavramlar ama psikolojik açıdan bakıldığında aralarında büyük bir fark var.” diyen Taşkın, yaş almanın, sadece bir takvim sayfasını çevirmek gibi olduğunu ve her yıl bir rakam daha eklendiğini söyledi. Bunun sadece dışsal bir değişim, biyolojik bir süreç olduğunu da sözlerine ekleyen Taşkın, yaşın bir sayı olduğunu ve bu sayının içsel dünyamızda bir değişim oluşturmayacağını aktardı ve devam etti:
“Oysa yaşlanmak, çok daha derin, psikolojik bir dönüşüm sürecidir. Yaşlanmak, zamanla şekillenen bir felsefedir. Yaş aldıkça, fiziksel görünümdeki değişimlerden ziyade, dünyaya bakış açımızın, değerlerimizin ve deneyimlerimizin ne kadar evrildiğini fark ederiz.
Psikolojik olarak yaşlanmak, büyümek, olgunlaşmak, hatalarımızdan ders alıp kendimizi yeniden şekillendirmek demektir. Bu, her yaşta bir yenilik keşfetmek gibi bir şeydir. Yaşlanmak, hayatı daha derin bir şekilde kavramak, içsel huzuru bulmak, geçmişi kabul edip geleceği daha bilinçli kucaklamak demektir.”
Genç görünme baskısı, kaygı ve depresyonu tetikleyebiliyor!
Sürekli genç görünme baskısının, bireylerin kimlik ve benlik algısını derinden etkileyebileceğini vurgulayan Taşkın, “Bu tür bir baskı, kişilerin kendilerini yalnızca fiziksel görünümleriyle tanımlamalarına ve içsel dünyalarını ikinci plana atmaları sonucunu doğurur. Bu noktada, bireyler 'yeterli' olabilmek için sadece dışsal onayları arayarak, içsel kaynaklarını ve psikolojik esnekliklerini ihmal edebilirler. Çoğunlukla bu, bir tür 'görünüşsel kimlik' yaratmaya yol açar ve kişinin yaşamda gerçekten kim olduğunu sorgulamasına sebep olur.” dedi.
Dış görünüşe dayalı bu baskının, zamanla daha derin psikolojik problemlere yol açabileceğinin altını çizen Taşkın, sözlerini şöyle tamamladı:
“Kaygı ve depresyon, bu takıntılı düşüncelerin sonucunda ortaya çıkabilir, çünkü kişi, sürekli genç görünmek için harcadığı enerjinin, bir tür varlık kanıtlama çabası olduğunu fark etmeyebilir. Bu içsel çatışma, kişiyi 'olduğu gibi kabul edilmek' yerine, 'sürekli bir onay arayışına' sokar. Sosyal ilişkilerde ise, genç görünme baskısı, yüzeysel bağlar kurmaya yol açabilir. Çünkü birey, ilişkilerinde kendi gerçek benliğini sergilemek yerine, başkalarına bir 'maskeyle' yaklaşır, bu da gerçek bağlar kurmayı engeller.
Klinik açıdan, bu baskının etkileriyle başa çıkarken, bireylere içsel kimliklerini keşfetmeleri ve sadece dışsal güzellikten daha fazlasını değerli görmeleri yönünde rehberlik yapmak önemlidir. Onlara, dış görünüşün geçici olduğunu ve gerçek anlamda özgürlüğün, kendi içsel kaynakları ve kabulüyle geldiğini göstermeye çalışmak gerekir.”