DARBELER TARİHİ VE 15 TEMMUZ

Türk siyasal tarihinde demokratikleşme hareketlerinin başlamasıyla beraber  “darbe”, “ihtilal”, “yönetime el koyma” gibi tabirler de lügatimizde yerini almıştır. Demokrasi ve darbelerle tanışma tarihlerimiz bir birine çok yakın…

Batılı manada ilk demokratikleşme hareketimiz; Kanun-i Esasi’nin kabul edilmesiyle 1876’da başladı. Sonra ki yılda ise 'Osmanlı ve Rusya' arasında 93 Harbi’nin patlak vermesi üzerine demokrasiye ilk geçiş hamlesi olan Meşrutiyet yönetimi kaldırılarak 1908 yılına kadar demokrasiye ara verildi. 2. Abdülhamid’in 1908 yılında 2. Meşrutiyeti ilan etmesiyle beraber gerçek manada ve kesintisiz bir şekilde demokrasiye geçildi. Bundan sonra 31 Mart olayı ve Bab-ı Ali Baskını gibi farklı müdahaleler geldi. 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanından sonra 1950 yılına kadar ülke tek partiyle yönetilmişti. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra batı bloğunda yer alan Türkiye, müttefiklerinin de arzu ettiği şekilde çok partili yönetim modeline de geçmiştir. 1950 yılında çok partili sisteme geçilmiş ancak 10 yıl sonra, 27 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye demokrasisi ilk darbesini yemiştir. Ardından 1971’de 12 Mart Muhtırası ve 'nitekim' 12 Eylül 80’de Kenan Evren’in yaptığı askeri darbe…

80’li yıllarda Özal’ın yıldızının parlamasıyla beraber bazı derin mihrakların yeniden yönetime el koyma planları yaptığı ve bu planların Özal’ın feraseti sayesinde engellendiğini biliyoruz.

90’lı yıllarda istenen siyasi istikrarı bir türlü yakalayamadı. Farklı koalisyonlar denedi, farklı cenahlarda yer alan liderler iktidarı paylaşmaya çabaladı. Ancak askeri ve bürokratik vesayet, görünürde bir darbe teşebbüsü olmasa da devlet üzerinde büyük bir hegemonyaya sahipti. Bunlardan biri de askerin içinde yapılanmış Batı Çalışma Grubuydu. Batı Çalışma Grubu '28 Şubat 1997‘de rahmetli Necmettin Erbakan’ın Refah-Yol hükümetine yönelik “post modern” bir darbe gerçekleştirdi.  Darbe kansız olmuştu. Ancak askeri vesayet had safhaya ulaşmış, askerin içinde yapılanmış illegal güçlerin pençesine düşmüş bir devlet!

AK Parti’nin 2002 yılında doğuşu ve her seçimden galip ayrılması, aynı karanlık senaryoların 27 Nisan 2007’de tekrar devreye konmasına neden oldu. 'e-muhtıra' ile meşru hükümete ültimatom verildi. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, oynanan oyunları sine-i millete dönerek bertaraf etmeyi bildi. Halk desteğiyle güçlenen hükümeti post modern yöntemlerle devirmeye çalışan güçlerin bunda muvaffak olamaması onları tekrar eski usul darbe teşebbüsü yapmaya itti. İşte '15 Temmuz Fetö hain darbe girişimi' bunun sonucudur.

Ülkeyi 15 Temmuz'a götüren nedenler neler? Darbe teşebbüsünden önce ülkede yaşanan gezi olayları, 17-25 Aralık olayları, doğuda yaşanan hendek olayları kalkışmanın ön safhaları olarak yorumlanabilir. Bununla beraber Ortadoğu’da farklı köktenci grupların devlet otoritelerini sarsması, bazı devlet yönetimlerinin egemenlik alanlarında kudretlerini yitirmesi de dışarıdaki tehlike çanları olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’nin güçlenmesi, ekonominin istikrar yakalaması, dışta çok yönlü bağımsız politikalar üretmesi, ümmetçilik anlayışının yeniden yeşermeye başlaması ve bunda Türkiye’nin başı çekmesi, küresel ve bölgesel gelişmelerde söz sahibi olması Türkiye’nin önünü kesmek isteyen güçlerin harekete geçmesine neden oldu. Planlar tutmadı, devlet hem bağırsaklarını temizlemeye hem de demokrasiye güçlendirmeye devam etti.

Fetö, devlet içine sızması ve zamanla güçlenip siyasi iktidarın önüne geçmeye çalışması, bu durumun farkına varan hükümet tarafından engellenmesi öncelikle Fetö’nün hükümete olan husumetini körükledi. Ilımlı İslam projeleriyle Türkiye’yi Fetö üzerinden narkoza almaya çalışan güçler, bunu başaramayınca Fetö gibi dini argümanlarla, cemaat olgusuyla hareket ettiğini iddia eden bir yapıyla darbe teşebbüsünde bulunmak suretiyle halkın tepkisini de dindirmeyi ya da minimale indirmeyi planladılar.

Planlanan, Fetö’nün son dönemlerde yediği darbelerle bozulan imajını toparlamak vardı. Darbe sonrası devleti yönetecek kadrolar, isimler belirlenmişti.  Vatan haini ilan edileceklerin listeleri hazırlanmış ve karşı koyacaklara da uygulanacak kanlı tedbirler belirlenmişti.

15 Temmuz akşamı harekete geçen darbeciler, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere ülkenin çoğu vilayetinde terör estirmeye başladılar. Meclisi bombaladılar, vatandaşların üzerine ateş açtılar. Nice vatan evladını kurşuna dizdiler, tanklarla çiğnediler. Ama sahaya inen halk asla geri püskürtülemedi. Zaten darbecilerin unuttuğu şey de halktaki dirayet ve cesaretti. 15 Temmuz'da halkın kahramanlığı  bana sürekli Mehmet Akif’in şu mısralarını hatırlatır;

“Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun-i beşer;

 

Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;

"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.

 

Âsım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek

İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.”

 

Halkın kahramanlığı ve Cumhurbaşkanının dirayeti, neticede iç ve dıştaki hain mihrakların planlarını neticesiz bıraktı.  Sakarya Savaşından sonra başlatılan 'Büyük Taarruz' gibi, devlet de darbenin ilk şokunu atlattıktan sonra kendi içindeki hainlerin üzerine yürüdü ve hızla devleti bu kirli yapıdan arındırmaya başladı. Bugün gerekli önlemler alınmış ve 15 Temmuz şehitlerinin kanı yerde kalmamıştır.

Halkın gösterdiği kahramanlık ve cesaret Türk siyasal tarihinde darbelerin de sona ermesine vesile olmuştur. Halkı bu denli kızgın görmüş hiçbir yapı asla bir daha bu ülkenin demokrasisinden çalmaya ve bu halkı parya görmeye cesaret edemeyecektir. Cesaret ederse de neyle karşılaşacağını bilsinler!

Tüm şehitlerimize rahmet ve gazilerimize şifa diliyorum. Allah bir daha bu memlekete öyle karanlık bir gece yaşatmasın!

Demokrasi ve huzur dolu günler dileğiyle!