ÇARE BİR ÇİÇEK

Yerel seçimlere çok az bir süre kaldı.

Meydanlar hareketlenmeye başladı. Yapılacak olan seçim yerel olmasına rağmen etkisi ve tahribatı genel seçim kadar büyük bir hal aldı.

İttifaklardan biri beka konusunu dile getiriyor diğer ittifak daralan ekonomiyi herhangi bir ittifakta olmayan taraf ise özgürlüklerin kısıtlanmasını…

Bu üç söyleme de iktidar ve muhalefet açısından bakarsak gayet doğal. Ama doğal olmayan başka bir şey çıkıyor karşımıza: öfke dili…

İktidar tarafı çok kolay şekilde kendisine oy vermeyip diğer taraflarda olanları vatan haini, düşman ve hatta zillet içinde gösterebiliyor.

Bu öfke ve ayrıştırıcı dil halka da yansımış şekilde.

Herkes herkese düşman bir hayat sürüyor. Tam da üçüncü dünya ülkelerine yakışan şekilde siyaset kanalı sorunları çözme yerine sorunların kendisi oluyor.

Rastgele sokaktan birkaç kişiyi çevirin. Ve oy vermeyi düşündükleri kişilerin projelerini veya neden onlara oy vermeyi düşündüklerini sorun. Bunların çoğundan incir çekirdeğini doldurmayan cevaplar alırsınız.

İnsanların çoğu taraftarlık seviyesinde siyasetle ilgileniyor.

Halkın, ülkenin ve değişen dünyada nerede yer alacağımızla ilgili kimsenin kafa yorduğu yok. Buna siyasetçiler de dahil.

Öfke ve saldırganlıkla günü kurtarıyor geleceği ise karartıyoruz.

Değil bu ülkenin bütün ülkelerin kurtuluşu birbirini sevmekle olur. Sevmek bu dünyaya verilmiş en güzel duygudur. Ve bu bütün din ve kültürlerin kökeninde yerini almıştır. Fakat geldiğimiz noktada kimsenin kimseyi sevdiği yok.

Ülke koca bir ortaçağ tablosuna dönmüş.

Yaşadığımız çağdaki kutuplaşma Türkiye tarihinin zirvesinde.

En dindarı da en dinsizi de hepsi diğer bir gruba öfke ile bakıyor. Ve herkes siyasetçilerin oyununa gelerek zaten kötü olan dünyalarını daha da karartıyorlar.

Şöyle düşünmekte yarar var: yaşadığımız coğrafya olan Ortadoğu zaten kendi başına bir cehennem gibi.

Bütün ağaçları kurumuş, tek bir damla suyun olmadığı, sefaletin kol gezdiği uçsuz bucaksız bir çöl burası. Buna rağmen bu çölü daha da kurutmanın ne gereği var.

Hepimiz bu topraklarda yaşıyoruz. Yaşadığımız toprakları daha da kötüleştirmek yerine bir ağaç diksek…

Bir insanı sevmenin güzelliğini tadamayanlar, bir çocukla veya bir hayvanla oynamayanlar, bir şeyler üretmeyenler, ölümün acısını tadamayanların ektiği öfke tohumlarını bütün ülke halkları olarak suluyoruz.

Şimdi ekilen öfkenin fırtınası geleceğimizi yok edecektir. Ama gelecekte ise bu öfkeyi eken siyasetçilerin hiçbiri hatırlanmayacak bizim ise gençlerimiz yine ölecek. Ve durduğumuz yerde kalacağız.

Aslında her şey çok kolay birkaç harekete bakıyor.

Eve gittiğimizde bir çiçek alabiliriz, komşumuza selam verebiliriz,  sevdiğimizin yüzüne bakıp yıllardır kimsenin görmediği gamzeyi görüp bundan mutlu olabilir, mutlu edebiliriz.

Birbirimizle ilgilenebilir, birbirimiz dinleyebiliriz…

Böylelikle siyasetçilerin görev olarak bildiği düşmanlık tohumu gün yüzüne çıkamadan kuruyabilir.

Bu coğrafyanın siyasetçileri kadar halkı da kötüye meyilli. Zira iyiyi bilmiyor veya işine gelmediği için bilmezden geliyor. Ama bunu değiştirmek yine bizim elimizde.

Bu öfke değişecek elbet, hepimize bahara gelecek. Zira bu çölü gülistana döndürmek bizim elimizde.

Bir gece yarısı dalgın şekilde bir şeyleri düşünen sevdiğinize dönüp: “şahı gülistandan güzelsin” deyin. Zira unutmayın “dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle başlayacak her şey”