ADALETSİZLİK-2

Ön planda tutulan ilkeler de eşitlik ve özgür hayat tarzı olmakta. Eşitlik ve insanlar arası önyargıların arka planda olmasıyla toplumsal hayat içerisinde insanlar arası uyum ve denge doğuran ilişkiler ve iletişimler kendiliğinden hayata kazandırılmakta.

Unutulmasın ki sağlanması gereken ön koşul “Sosyal Adalet” anlayışı ve kültürüdür.

Dayanağı da bütün insanların haklar, hukuk, değerler ve sınıf açısından eşit olması ilkeleridir. Yani sosyal adalet anlayışı insanlar arası bir işbirliği ilkesiyle insanlar arası uzlaşma isteklerinin bir uzantısı olarak adalet mekanizmasını ayakta tutan dinamikleri önümüze koyar.

Yaşanan dünyanın önümüze serdiği manzaralara bakıldığında aslında bazı şeylerin sözde kaldığı ve toplumsal manada bir adalet mekanizmasının yenidünya düzeni ve yaşam tarzlarıyla dengede gitmediği görülüyor. Adalet sisteminin koruyucu ve güvenlik dinamiklerinin zayıflamasıyla yaşanan mağduriyetler sorgulanması gereken birçok etkeni önümüze çıkarmakta.

İnsanların para gücü veya bazı sosyal statüler, günümüzde adalet olgusunu satın alan bir evrimsel dönüşüme uğramanın araçları durumunda.

“Herkesin adaleti kendisine” denmesinin nedeni de ortaya çıkan adaletsizlik halinin yaygın hale gelişidir. Adalet, bireylerin kendisi tarafından sağlanan bir mekanizmaya dönüşmenin talihsizliğiyle, yarattığı mağdurların kaderine küstüğü bir araca evrilmenin şansızlığıyla karşımızda durmaya başladı.

Yasal dayanaklar ve hukuk kurallarının anlamını yitirdiği bir toplumsal yapının bireysel adalet edinme girişimleriyle, suç ve kanun dışı eylemler ne yazık ki adalet sisteminin varlığını ortadan kaldıracak birçok sorunu karşımıza çıkarıyor.

Suç mekanizmalarının artış gösterdiği günümüz dünyasının ortadan kaldırdığı adalet olgusunun, paraya ve güce dayanan siyasi kimliklerle her türlü suçun ve kanun dışı eylemin olağan hale geldiği toplumsal yapımızın dayanışma ve birliktelik ruhuna verdiği zararlar büyük sorunların yaşanmasında tetikleyici özellikler göstermekte.

Adalet, kişiye özel veya paraya/güce göre şekil kazanacak bir olgu veya yaşam hakkı değildir. Özellikle siyasi ve ekonomik gücün şekil kazandırdığı bir mekanizma olmamalıdır.

Bireysel silahlanma ve bireysel güvenlik gereği bireysel savunma mekanizmaları toplumsal hayatın var olan hukuk ve kanun ilkelerini göz ardı ederken, yasama ve yürütmenin tamamlayıcı unsuru olan yargı alanını da yok saymaya başlamakta.

İnsanlar kendi yargılama girişimleriyle aslında kanunları ve hukuk kurallarını yok saymakta olduğunu bilmelerine rağmen cezalandırma olayını sistemin gücünden alarak bireysel eylemlere dönüştürdüğünü unutabilmekte.

Adaletsizliğin gölgesinde kalmaması gereken hak, hukuk ve vicdan kavramlarını sadece yazılı belgeler üzerinde bırakmak veya sadece sözlerle ifade ederek uygulamaktan kaçınmanın sonuçları genellikle insan tabiatına aykırı zulümlerin ortaya çıkmasına yol açmakta.

Kamu adaleti yerine bireysel adaleti sağlama düşünce ve eylemlerinin vicdani duyguları yok ettiği bir zamanın acı tablosu önümüze, basına ve medyaya konu olan ölümcül ve yıkıma dayalı gündemleri koyuyor ne yazık ki…

En büyük sıkıntı hukuk gibi geniş manada insan hakları ilkelerini ifade eden gerçeklik ile vicdan/yargı kavramlarının zamanımızda birbiriyle örtüşmeden farklı kanallarda zarar verici hale gelişidir.