Öyle bir çağda yaşıyoruz ki gündemi takip etmek özel bir çaba gerektiriyor. Siyasal, ekonomik, sosyal bunalımları ile çalkantılı yıllar yaşıyoruz. Bir şeyi bilmek hiç bir şey ifade etmiyor. O şey, ne ise, haber niteliği taşırken bilmek anlık olarak anlamını kaybediyor.
Günlük yaşamda her birimiz ışığını koruyan ölü yıldızlar gibiyiz. Var ama yok hayatlar bizimkisi. Sürekli bir devinim içinde bu güne dek varlığını sürdüren evren; insanlık tarihinin geldiği noktada hızına ulaşılmaz bir kaos içinde. Buna bir de tüm dünyayı etkisi altına alan pandemiler silsilesi eklenince sonu gelmez evrenin sırları insanlığın bitmez tükenmez kaosuyla iyice bilinmezliğe sürüklenmekte. Tüm bu kaotik düzene dijital bilgi çağının hızıyla bodoslama dalarken felsefesiz bireylerin oluşturduğu bitmek bilmez bilgi kirliliği içinde değersiz gündemlerle uğraşmak zorunda kalıyoruz. Her şey önümüze servis edilir oldu. Şarkıcı Hülya Avşar sosyal medyayı sallayabiliyor mesela. Yetmezmiş gibi her söylem gündeme oturup yandaş veya eleştiri toplayabiliyor bir de. “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!” şeklinde Marie Antoinette’in tarihe geçen sözleri bu kadar çok kişiye ulaşamamıştır belki de. Sayın Hülya Avşar; lüks hayatıyla ünlü restoranlarda yemek yiyip, gariban halka, ‘Gerekirse simit yeriz’ demekle halka mesaj veredursun tok hala açın halinden anlamıyor diyenlerle sürekli bir eylemsizlik halinde geçiyor günlerimiz. Milletin artık sabahları simit bile yiyemiyor olması konuşulmuyor da gerekirse simit yenilecekmiş söylemleri taraftar olanlarla olmayanların çenesini yoruyor diyenler de sadece konuşuyor. İcraat yok. “Simit 3,5 lira. Bireysel halledecekmiş insanlar sorunlarını. Temel ihtiyaç olan gıdayı geçtim ilaç fiyatlarından, milyonlarca işsizden, doğalgaz, elektrik faturalarından haberin var mı Hülya Avşar?”dalgasıyla “Çok yükleniyorsunuz Avşar Kızına, bu kadar eleştiri niye?” söylemlerine dek her şey gündemin gündeminin gündemi oluveriyor. Ortada kocaman bir sıfır var.
Felsefesiz bireylerden oluşan toplumun büyük bir kesimi belli ki takım yıldızını kurmuş bir oraya sündürüyor konuyu bir buraya. Her kesimden insan uzay boşluğunda ölü yıldız edasıyla parlak parlak gezinmekte. Böylesi zamanlarda bir zürafa avında Afrika’da kılavuzuyla yola çıkmış avcının hikayesi gelir aklıma. Avcı, deneyimli kılavuzunun gösterdiği yaşlı, hasta zürafa avındadır. Avcı, kılavuzun işaret parmağının ucundaki hayvanı görür görmez odaklanır, eğilir, nişan alır avına. Gümm! Zürafa vurulur. Avcı şaşkındır, hiç bir şey beklendiği gibi gitmez. Kalbinden vurulmuş zürafa aynı hızda, geniş bozkırda olağanca hızıyla koşmaktadır. Silahına dayanan Avcı içerler: “İyi de ben yıllardır ava çıkar, avımı yere sererim. Hedefi de vurdum. Bu işte bir terslik var. Niçin hala koşuyor bu hayvan?” diye dönüp sorar yaşlı Afrikalı kılavuzuna. Deneyimli Kılavuz gülümser. “Merak etmeyin. Siz avınızı vurdunuz ve o öldü ama bundan haberi yok!” der. Olanca hızıyla koşmaya devam eden zürafaysa kısa bir süre sonra bulunduğu yere yığılıverir. Zürafa ölmüştür.
YORUMLAR