O-ku-mu-yo-ruz…
O-ku-ya-mı-yo-ruz…
O-ku-ta-mı-yo-ruz…
Okumayla ilgili her sohbette; bu konunun eksikliğini, sıkıntısını anlatır dururuz. “Kitap okumaya zaman ayıramıyorum.”, “İşlerim o kadar yoğun ki…”, “Tam okumaya başlayacakken, günün yorgunluğuyla uyku bastırıyor.” vesaire, vesaire…
Sizce bütün bunların nedeni nedir? Neden okuma konusunda bu kadar duyarsızız? -En iyi arkadaş kitaptır-sözünden başlayarak onlarca güzel sözler yazılabilir okuma konusunda. Ama sadece sözde kalan güzel sözler…
Bence bunun nedenlerinden bir tanesini –ağaç yaş iken eğilir- atasözünde aramalıyız. Okuma alışkanlığı, küçük yaşlarda kazanıldığı zaman kalıcı olur. Birinci sınıfta okuma yazmayı öğrenen öğrenciye okuma alışkanlığını, zevkini ve sevgisini kazandırırsak, bütün hedeflere varmış oluruz diyeceğim. Peki bunu nasıl yapacağız? Kontrolü nasıl sağlayacağız? Devamlılığı nasıl sürdüreceğiz?…
Bu konuda yaşanmış birkaç örneği sizlerle paylaşmak istiyorum değerli okurlarım.
Sene 1987. Midyat Merkez Fatih İlköğretim Okulu’nda üçüncü sınıfları okutuyorum. Bir doktor arkadaşımla sohbet ederken; bana söylediği şu sözler, kafama takılmıştı. “Her akşam en az yarım saat kitap okumadan uyuyamıyorum. Bu alışkanlık yedi yaşımdan beridir devam ediyor.” diyerek konuşmasını şöyle sürdürdü. “1950 yılında, Midyat merkezine bağlı olan köyümüzde, birinci sınıfa başlamıştım. Köyümüze yabancı bir öğretmen tayin edilmişti. Öğretmenimiz bizlere okuma ve yazmayı öğrettikten sonra, kitap okuma alışkanlığını kazandırdı. Ama bunu zorlayarak, korkutarak değil de sevdirerek yapmıştı. O yıllarda köyümüzde gazete, dergi, ansiklopedi ne gezer!… Ders kitabı bile bulmakta zorluklarımız vardı. Ben de Midyat’a giden babamın alışveriş günlerini sabırsızlıkla bekler dururdum. O zamanlar naylon poşet, ambalaj kâğıdı, koli kutusu gibi şeyleri hiç kimse bilmiyordu. Bakkallar, sattıkları şeker, tuz, pirinç vb. gıda maddelerini, tarihi çokça geçmiş gazetelere sararak veya huni şeklinde kıvrımlar içinde, alıcı müşterilere sunarlardı. İşte o eski gazeteleri beklerdim. Babamın getirdiklerini boşaltması için annemi çekiştirir, alınan maddeleri boşalttırdıktan sonra ambalaj için kullanılmış eski gazeteleri kaptığım gibi soluklanmadan okumaya koyulurdum. Bu okuma sevgisi, Tıp Fakültesi’ni kazanmama, bitirmeme ve halen mesleğimde daha da ileri gitmeme sebep olan bir güzelliktir.” diyordu.
Bu sözleri düşündüm. Ben, öğrencilerim için ne yapabilirdim? Onlara okuma alışkanlığını, sevgisini, zevkini nasıl kazandırabilirdim? Tek başıma yapabilir miydim? Ve daha nice sorular…
Öncelikli olarak bu etkinliğe, velileri de katmam gerekiyordu. Çünkü bu işi okulda ben, evde onlar kontrol edeceklerdi. Sadece benim okuldaki gayretimle bir sonuç alamazdım. Bu alışkanlığı zevkle yapmalarını istiyorsam ve bunu da okul dışında yaptıracaksam, mutlaka velileri de bu işin içine katmam gerekmekteydi.Aşağıdaki çizelgeyi hazırladım ve her öğrenci için birer tanesini dosyalayarak çantalarına koydurdum.
Sırada öğrencilere bu alışkanlığı anlatmak ve uygulatmak vardı. Bu okuma çalışmasını evde yaparlarsa, öğretmenleri ile bile yarışabileceklerini, hatta büyük sınıflardan öğrencilerle yarışma yaptırabileceğimi anlattım.
Bir öğrencinin, kendi öğretmeninin ağzından duymak istemediği tek bir cümle vardır. “Bu söylediğimi yapmayanı daha az seveceğim.” Bu söze hangi çocuk yüreği dayanır. O gün eve giden öğrencilerimin hemen hemen hepsi, anne veya babalarının kontrolünde 15 dakikalık okuma etkinliklerini yapmış, bitirmiş ve listedeki o günün karşılığını imzalatmışlardı. Esas görevim yeni başlıyordu. Her sabah bütün öğrencilerden listelerini sıranın üstüne koymalarını ve imzaların tam veya eksik olduğunu kontrol etmek… Fireler vardı. Olabilirdi de… Onları da mesleğin ince nüanslarıyla etkinliğe katmak için kimine hay hay, kimine loy loy, kimine güler yüzlü ama üzgün bir tavırlı bakış…
(Okuma etkinliğinde, bazı kurallar vardır. Sessiz ve sesli okuma kuralları. Okuyanı dinleme kuralları. Kitap sayfalarını çevirme kuralları. Bu kuralları bir başka yazımda yaşanmış örnekle anlatacağım değerli okurlar. Çünkü okuma, bu kurallarla bağlantılıdır. Kitabı okurken nasıl tutacağını bilmek, mesafeyi ayarlamak, kitabın sayfalarını bile çevirmek başlı başına bir etkinliktir ve maalesef bunlarında küçük yaşlarda kazanılması gerekmektedir.)
Bir davranışı kazandırmak ve geliştirmek için takip çok önemlidir. Bu kontroller önce kendi tarafımdan, daha sonra da oto kontrol amacıyla sınıf başkanı tarafından yürütüldü. Esas can alıcı pozisyon yaklaşık 2 ay sonra olacaktı. O tarihi bekliyordum. Nihayet zamanı gelince, birinci derste sınıf listesini elime alarak en baştaki öğrenciyi tahtaya çıkardım. Eline verdiğim kitabın bir bölümünü göstererek okumasını söyledim. (Dakikada kaç kelime okuma yarışması değildi bizimkisi. Çünkü bu uygulamanın çok sakıncaları var. Bir öğrencinin dakikada 200 kelime okuması mı, yoksa okuduğunu anlaması mı önemlidir? Çocuk bir dakikada daha fazla kelime okuyayım diye kelimeleri yutmaya başlayacaktır. Ve zamanla onda gelişebilecek olan bu alışkanlığın en büyük zararı da şu olacaktır. Hızlı okuma ile okuduğunu anlayamama, atlama, kavramama… Peki bu durumda ne yapacaktır? Elbetteki hızlı okuyarak anlamadığı parçayı birkaç kez daha okumak zorunda kalacaktır. Bu konuya örneklerle ileride devam edilecektir.) Okudu. Çok güzel okuyordu. Alkışlattım. Ona bir artı verdim ve gözünün önünde, elimdeki listede isminin karşısına artı yaptım. Onu öptüm. Alkışlanan, artı alan ve öğretmeni tarafından öpülen öğrencinin hediyesi vardı. Hediyesi; karnesinde Türkçe dersi 5 olacak ve 5’in yanına bir yıldız eklenecekti. Bir de yanımda bulundurduğum şekerlemelerden yemek idi değerli okurlar. Ne kadar pahalı değil mi? İster en zengin, ister en fakir bir ailenin çocuğu olsun. Öğrencilere bir şekerle neler yaptırılmaz ki!… Yerine oturtarak ikinci öğrenciyi tahtaya çıkartım. Ona da aynı, diğerine de aynı. İstediğimiz gibi okuyamayan öğrencinin asla moralini bozmadan, hatta ona hissettirmeden yanlışını geçiştirdik. Ama 3 günlük izin verdik. Çünkü güzel okuyanı ben değil, öğrenci arkadaşları alkışlarıyla belirliyorlardı. 3 gün sonra o öğrencide alkışlandı, öpüldü ve artı alarak şekerini yedi. Çocuklar sadece şunu kavramışlardı. Kendilerinin ve arkadaşlarının 2 ay önceki okumaları ile şimdiki okumaları arasındaki fark…Gözüyle görmüş, kulağıyla işitmişti. İşte bunun farkına vardıktan sonra okumalarında korkunç ilerleme sağlanmıştı ve en önemlisi bu olgu kendileri tarafından ÖZÜMSENEREK BENİMSENMİŞTİ.
Bu ne zamana kadar devam etti. Şimdiye kadar devam ediyor ve devam etmeye de devam edecek değerli okurlar… Çünkü aradan geçen 18 seneye rağmen babası veya kendisiyle karşılaştığım öğrencilerimin gözlerindeki samimi ve doğru bakışlarından ve konuşmalarından anlıyorum ki, gerçekten kitap kurdu olmuşlar ve en güzel okulları kazanmış olmanın gururuyla karşımda dimdik duruyorlardı. İşte o anlardır mesleği kutsal yapan… Göz yaşlarınız, göz pınarlarınız ile kanalları arasında gider, gelir. Bazen bir damla olur ve sanki yerinde kurur yanaklarınıza süzülmeden… Bazen de sanki kalbinizde ikinci bir göz pınarı varmış gibi oracıklarda bir yerde bir şeyler akıtır gibi gelir insana… Ne mutlu O’na ki; hiçbir korku, hiçbir menfaat, hiçbir riyakarlık olmadan karşısındaki büyük, küçük, veli, öğrenci demeden bütün insanlar tarafından eli öpülen kişi.
Var mıdır mesleğinde birinci yılı olmasına rağmen insanlara ceket ilikleten, el öptüren başka bir meslek… Var mıdır öğretmenlik gibisi… Hepsinin ellerinden saygıyla öpüyor, öpüyor, öpüyorum…
Serdar Feyyaz ONUR
YORUMLAR