Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Batman Pusula

AYASOFYA

Sıcak gündem mi dersiniz, son ayların ana konusu mu, bilmem, ama konu hakkında bir şeyler karalamama noktasında ısrarcı olmama rağmen, yine de dayanamama ve yazma dürtüsü bu ya, bir şeyler yazma ihtiyacı ağır bastı.

Çünkü gündem maddesi tartışılacak çok boyutlu bir konu ve yapılacak her söylem veya ifade edilecek her söz, farklı kanallara ve yorumlara yol açacak açılımlara zemin hazırlıyor.

Ne gibi mi?

Anlamadığım ağırlıklı nokta ve birilerinin zihinlerinde fanatik milliyetçilik veya dini tarikatçılık düşüncesi doğurabilecek tahlile rağmen; “Kutsal Bilgelik” veya “İlahi Bilgelik” anlamlarına gelen Ayasofya üzerine karar verecek olan, söz hakkını dillendirecek ve kullanım hakkını iradeli seçimine dayandırması gereken ülkemizin bu konuyu neden bu kadar uzatmaya gerek duyduğudur?

Çünkü, uzayan konu Hristiyan inancı gereği veya tarihte İstanbul’ a ev sahipliği yapmış güçlerin dini kanatları ve Hristiyan Ortodoks Kilisesi tarafından 1934 Bakanlar Kurulu Kararına (24 Kasım 1934 tasrih ve 7/1589 sayılı karar ile Müzeye çevrilme) dayanılarak Ayasofya üzerinde kendi söz ve kullanma haklarının olduğunu zannetmelerine veya iddialarda bulunmalarına sebep oluyordu.

Diğer bir tartışılan veya şaşkınlık yaratan nokta da Ayasofya’ nın hangi ülke sınırlarında olduğunu unutanların, uluslar arası arenada kendilerine mal ettikleri ibadet merkezini ülkemize layık görmemeleri ve kendi ulusal sınırlarımız içerisinde iç yönetim mekanizmalarına müdahaler niteliğinde kararlar alarak uygulamaya geçmeye çalışması.

Bir başka laubali konu da ülkemizin yönetim organlarını hiçe sayan ve ibadet merkezinin sahipliğine soyunan ülke-dini grupların sayısının çokluğu. Zira bir çok ülke veya ülke diyaneti-kiliseleri önemli iddialarla kendi haklarının da olduğunu vurgulayarak, Ayasofya’ nın kendi tarihsel bağlarıyla yönetimlerine katılması gerektiğinmi savunmakta.

Soru şu: Önceki yüzyıllarda Trakya ve Boğaz topraklarını elinde tutan ve sonradan kaybeden ülkeler, günümüz dünyasında kaybettikleri topraklarda veya dini merkezlerde söz hakkına sahip mi? Yoksa kullanma ve sahip çıkma hakkı bu toprakları şu an elinde tutan ülkeye mi ait olmalı?

Mantıksız düşünme, inanç bağnazlığı ve milliyetçi fanatiklik burada ortaya çıkıyor.

Dünya tarihinin merkezi noktalarından birinde 532-537 tarihlerinde inşa edilen ve medeniyetlere beşik olan İstanbul’ un göbeğinde bulunan; Dini birçok inanca ibadet merkezi olan ve fethedildikçe de el değiştirerek ibadet etme konumunu asla yitirmeyen Ayasofya! Yapılış planı Patrik Katedrali (bağlı kiliseleri bünyesinde toplayan ve yöneten dini merkez) üzerine olan ve zamanın Hristiyan Dünyası’ nın ana merkezi kabul edilen Ayasofya, çağ kapatıp-çağ açan 1453 İstanbul Fethi ile birlikte, Fatih Sultan tarafından Cami’ ye çevrilince uluslararası tartışma konusu olmaya yüzyıllarca devam etmiştir.

1934 yılında yeni Cumhuriyet ile birlikte günümüzün hararetli gündemini hazırlayan bir önerge ile TBMM’ de alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile Müze haline dönüştürülen Ayasofya!

Konu sadece dini değil! Siyasi, Ekonomik, Askeri, Strartejik ve Ulusal bir meseledir. Konu sadece zamanımızın ibadet merkezi kabul edilme amacıyla dini unsurların siyasi güç kaybetme korkusu değil; Dünyanın en eski yapımı Katedral olması, 15 yüzyıl gibi en uzun süreyle Hristyiyan Alemi’ nin ibadet yeri olması ve yapıldığı dönemden itibaren 1520 yılında İspanya’ da yapılan Sevilla Katedrali’ nin inşaatına kadar 1000 yıl boyunca en büyük ibadet yapısı olması gibi anlamlar taşımasındadır.

Ülke içerisinde hem yönetim zaafiyeti yaratması hem de iç işlerine karışma alanı yaratan müdahale fırsatı doğurması açısından, günümüzde olması gereken şey Ayasofya’ nın kontrolünü ve kullanımını tüm ülkelere ve dini unsurlara açık bırakmak mı? Kontrol ve yönetimi ile ülkemizin dini merkezine dönüştürülerek, tüm dış müdahale ve iç işlerine karışma yollarını sonlandırmak için masaya yumruk vurmak mı?

Yanıtı aranması gereken noktalar bunlar…

Müze olması ve ülke değeri taşımasına rağmen bir türlü konumlandırılamayan Ayasofya için Cami’ ye dönüşme adımlarının atıldığı farklı tarihler var. 86 yıl boyunca müslüman camianın içini rahatlatacak adımları beklemek bir hayal iken, 2005 yılında ilk kez yargıya taşınan Cami’ ye dönüştürme girişiminin yanı sıra 2016 yılında ikincisi tekrarlanan Danıştay’ a başvuru sürecinden yine sonuç alınamadığını hatırlıyoruz.

Fakat üçüncü evrede 10 Temmuz 2020 tarihi itibariyle Danıştay Dairesi 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’ nı iptal ederek, bir kesimin kin ve hüzünlerine bir kesimin de sevinç ve heyecanlarına yol açan karara zemin hazırladı. Beklenen oldu ve 2729 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararı’ nı duyduk. Yani Ayasofya Cami olarak, farklı ayrımcılık yaratan haline son vermiş ve asıl hüviyetine kavuşmuş oldu.

Bu kararı beklemeyen ve aksi bir tavır sergilenmesini ummayan ülkeler ve dini unsurların tepkisi haliyle canlılık kazandı. Cami’ ye dönüşmesini beklemeyen Hristiyan dünyanın kendi inançları noktasında gösterdikleri hassasiyet doğrusu şaşkınlık yaratıyor.

Çünkü tarih sayfalarında kendi ellerinde olan ve kaybedilen yerlerin ibadet merkezlerini kandi malları niteliğinde görmeleri ve tasarruf kullanmaya çalışmaları doğru değil. Dünya mirasi oladuğu söylenen ve dokunulmaması baskısı oluşturulan Ayasofya konusunda gösterilen hassasiyet, neden başka ülke ve coğrafyalarda kapatılan, talan edilen, yıkılan ve farklı ibadet yapılarına dönüştürülen merkezlere gösterilmez. Sayılacak tonlarca örnekler olmasına rağmen, sadece birini söylemek gerekirse, Mescid-i Aksa’ nın kanlı dönemlerini ve Yahudi ayinlerine dönüştürülen ortamını müslüman camia için ve İslam Alemi için nasıl açıklayabilecekler?

Ülke 19. Yüzyıl Türkiyesi değil, 2000’ li yıllar sonrası 21. Yüzyılın yeni değeri ve stratejik ortağı olarak göz ardı edilemeyecek bir konumda.

Kurulan masaların bulunduğu odanın dışında bekletilen ve alınan kararlara itaati beklenen üye ülke konumundan koparak, yeni yüzyılın ilk yılları itibariyle kabuğundan sıyrılan bir güç kabul edilmek zorunluluğu doğdu. Yeni Dünya Düzeni ve Stratejik Ortaklık gereği masa dışında kalma yerine, masada olma ve masaya kartlarını sürme konumunu her geçen gün daha da artırmaya devam eden ülkemizin öne süreceği önemli sermayeleri (coğrafik yapı, ticari noktalar, deniz yolları, ulaşım yolları, boğazlar, askeri ve siyasi, hava yolları gibi) ve kaynakları (yeraltı ve yerüstü enerjiler,  petrol ve doğalgaz hatları, madenler, insan pazarı) var.

İş, kartları masaya sürme cesaretine ve masada kendini ifade edilebilme kabiliyetine kalmış. Bunun da yavaş yavaş gerçekleştiğini görüyoruz.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER