Ahlaki ilkelerin bireyi ilgilendiren alanlarının yanında, toplumu ilgilendiren ve kamu alanını kapsayan boyutları da var. Ahlak ilkeleri sadece bireysel olmadığı gibi sadece toplumsal içerikli veya kamu yararı gözeten içerikleri de kapsamaz.
Toplumsal bütünlük ve sosyal birliktelik gerçekliğinin uzantısı olarak hem birey hem de toplumu meydana getiren gruplar için genel düzenleyici tedbirler ve uyulması zorunlu kurallar belirleyerek, yaşam alanlarının huzur ve güvenliği sağlanmaktadır.
Evrensel ahlak kuralları, toplumsal yapının ilişkiler ağında topluluk bilinci ile örgütsel işleyişi ve kurumsal birliği temellendiren etkenleri kullanarak genel faydaya yönelik sistemli birlik ruhunu yakalamaya çalışır.
Evrensel ahlak kurallarında amaç, toplumun bütününü kapsayan faydaların herkese eşit dağıtımı, ama haksızlığı önleme açısından da adaletli uygulamaları gözetmektir. Belirlenen uygulama ve yaptırımların özünde ise bireysel çıkarları koruyan ve insana da fayda sağlayan işleyiş düzeni vardır.
Bu açıdan bireyi ilgilendiren alanlar kamu alanı ve özel alan şeklinde ikili bir ayrımda değerlendirilir. Kamu alanı, ortak yaşamın genel işleyiş düzenini ilgilendiren ve ihtiyaçların giderilmesi, hayatı sürdürmeye yarayan faaliyetleri ortaya koyması, eğitim ve sağlık koşullarının alınması, aile kurulması yardımıyla çocuk yetiştirme başta olmak üzere gelecek kuşaklara zemin hazırlanması gibi zorunlu ortak alanları ifade eder.
Özel alan ise bireyi kapsayan çevre elemanları, aile üyeleri, akran grubu, eğitim ortamları, sağlık şartları başta olmak üzere tüm etkenleri içerir. Duygular, düşünceler, ihtiyaçlar, davranışlar ve bunların ortaya çıkardığı doğal hayat süreci, bireyin kendi sınırları içerisinde iradesine bağlı olarak meydana getirdiği unsurları ifade eder.
Özel alan yani bireyin yaşam alanı ve doğal ortamın korunması, güvenlik altına alınması, ihtiyaçlarının karşılanması açısından müdahaleye kapalı bir sınır bilincini karşımıza koyar. Özel alan bedensel ve fiziki yapıyı, düşünsel ve duygusal inancı, ifade ve eylem ruhunu sağlayan donanımlarıyla insanı değer kabul etmeyi destekleyen etmenler bütünlüğüdür.
Korunma ve koruyucu tedbirleri sağlama noktasında insanı değer kabul eden varlık bilincinin sığındığı nokta da “Mahremiyet” kavramı olmakta.
Özel alan ve mahremiyet olgusu birbirinin tamamlayıcısı olan kavramlardır. Korunma insan merkezli şuur halini ifade eder ve duyguların, düşüncelerin, heyecanların, ihtiyaçların, davranışların, irade ve benliğin zarar görmemesi konusunda sakındırıcı olan bir kalkan sorumluluğu üstlenir.
Korunması gereken sadece beden değil, aynı zamanda irade, benlik, ihtiyaçlar, zevkler, heyecanlar, düşünsel bilinçler olmakta. Görüntü değil, tüm insani bilinç hali mahremiyetin sınırlarını oluşturur.
Kelime anlamı gizlilik olan ve uygun biçimde saklanması, söylenmemesi gereken manasını taşır. Saklı tutma yükümlülüğü olan, herkes tarafından bilinmeyen durumları işaret eder. Toplumsal manada dışarıya karşı saklanan, herkesin bilmediği ve açıklanması kişinin haklarına ve çıkarlarına zarar verme tehlikesi taşıyan durumları ifade eder.
Özel alan ile kurduğu anlam ilişkisi de bu yönüyle güçlüdür. Herkesin bilmesi gerekmeyen, kişiyi koruyan ve insan hayatını bedensel, duygusal, ihtiyaçlar, haklar yönüyle güvenlik altına alan koruyucu güvenlik tedbiridir. Mahremiyet yitirildiğinde, mahrumiyet yani yoksun kalma hali ortaya çıkar. Kendi koruyucu tedbirleri olmayanların hayattan, fırsatlardan, haklardan faydalanmaları da imkânsız hale dönüşür.
Namus, utanç duygusu, ar ve iffet bilinci, hayâ ve edep ilkeleri mahremiyet konusunda sınırları çerçeveleyen ana kavramlardır. Çünkü utanç ve hayâ eksikliğinde sınırsız hareket kabiliyeti kişinin doğal hakkı konumunda her türlü haksızlığı ve zulmü doğuran etkenleri tetiklemektedir. Mahremiyet bilinci insanlara, topluma, sosyal olaylara, toplumsal yapı taşlarına karşı bireyi güvenlik altına alır.
Aynı şekilde mahremiyetin karakteri durumunda olan hayâ ve utanç duygusu insanın diğer insan, çevre, eşya ve doğa karşısında sorumluluklarını bilmesi, haddini aşmamasını anlamasıdır. Zira hayâ ve ar damarı çirkinliğin, kötülüğün üzerini örter, hakkı teslim etmeyi garanti altına alır.
Hayâ damarının eksikliği durumunda, varlığın hikmeti manasını yitirir ve insanın alçalmasını, gayretsiz kalmasını sağlayan inkâr, isyan, haksızlık ve sınır tanımama gibi mahremiyet ötesi eylemlerin oluşumunu yaygınlaştırır. Dini manasıyla iffet sınırının koruyucu kalkan olmasında mahremiyet duygusunun belirginlik kazandığı görülüyor.
İnsan hakları açısından mahremiyet sınırlarının korunması toplumsal ahlak anlayışı ve evrensel ahlak ilkeleri açısından saygınlık ve onur doğurur. Kişinin ve yakın çevresinin kendine özgü özel alanları ve sınırları olarak kamu alanında hakların korunması bilincini ve şuurunu doğurur.
Aynı zamanda sakınma duygusunu önümüze koyan mahremiyet kavramının sorumluluk yüklediği kesim sadece kadın cinsi de değil; Erkek tarafına da ırz, namus, ar duygusu, hayâ sınırı yükleyen dini ve kültürel yapımız, korunma ve yaşama haklarını iki cinsin iradesine bırakarak eşitlik anlayışına örnek oluşturmuştur.
Kitle iletişim araçları ve sosyal medyanın sınır tanımaksızın ve ölçüsüzce mahremiyeti hiçe sayarak kullanımı, kişisel, ailevi ve toplumsal birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Kötülük kaynağı olacak araçlardan koruyacak bir mahremiyet şuuruna ihtiyacımız var. Yeni nesli her geçen gün hakikat dünyasından koparıp sanal dünyaya mahkûm eden teknolojik yapılanmanın yıkıcı tesirine karşı bilinçlenme dürtüsüne ihtiyaç var.
Ailenin temelini oluşturan haysiyet, merhamet ve sadakat gibi değerleri korumak ve geleceğe aktarmak konusunda büyük görevler ve sorumluluklarımız var.
YORUMLAR