Aile kurmak, evlilik sözleşmesi yapmak, karşılıklı ortak paylaşımları ruhen ve bedenen yaşamaya aday olmanın tadı kaçtı.
Ortak hayat sürdürme taleplerinin anlaşmaya dayalı evlilik duvarları yıkılarak, boşanma ile sonuçlanan vakalara son yıllarda daha fazla rastlanmaya başlandı.
Artık oyun haline dönüşen ve macera peşinde koşarak yeni arayışlara yönelmenin adı oldu Evlilik! Heyecan yaşamanın farklı bir yaşam şekli olarak alternatifler arasında kadın-erkek fark etmeden rol yapılan sahnelere dönüşen aile ortamları oldu.
Evlilik ve Aile olguları, yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk değil de mutluluk ve huzurun sınırlarının sağlamlaştırıldığı bir yuva, paylaşım ve saygının doruk noktası, bedensel ve duygusal ihtiyaçların giderildiği sükûnet limanı ve hayata bağlanmanın bir kanalı olmayı ifade eden huzur ortamlarıdır.
Bir de en önemlisi gelecek kuşakların adayları “Çocuk” olgusunun manasız hale getirildiği düşünülürse, kayıpların zarar boyutu fark edilecektir.
Aile ve Evlilik ortamı barınma ve beslenme ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla kullanılan bir ortam değil. Kavgaların, huzursuzlukların yaşandığı bir sahne hiç değil.
Psikolojik ruh dünyamızın umutlu beklentilerinin ve gönül rahatlığının sağlanamadığı bir savaş alanı olmadığı gibi kaçamakların ve alternatif kişilerin aldatılma üzerine kurulu bir çatısı da olamaz.
Aile olgusu “İki farklı dünya, iki farklı yaşamın bir anlam yüklenmiş birliktelik inancı ile oluşturulan, kader birliği yaparak iyide-kötüde beraberce yaşam alanları yaratan istendik bir oluşumdur” tanımıyla sağlam temellere oturtulmalıdır.
YORUMLAR