Ankara’nın en eski camisi olan Ankara Kalesi’ndeki Sultan Alâeddin Camii, tüm ihtişamıyla asırlardır dimdik ayakta duruyor.
Sultan Alaaddin Camii, 1178 yılında Selçuklu meliki Muhittin Mesut Şah Ankara’da hüküm sürdüğü devirde sarayla birlikte İç Kale girişinde yaptırılan cami, 1362’de Orhan Gazi, 1434’te II. Murad ve 1893’de ise II. Abdülhamid dönemlerinde onarılmış. Ankara’nın tarihi camisi son olarak 2017-2021 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.
Çivi çakmaların kullanıldığı sahte kündekâri tekniğiyle ile yapılmış ahşap minberi, doğusunda daha evvel inşa edilmiş eski camisi, batısındaki Selçuklu Sarayı, kuzeyindeki son cemaat yeri ve onun üstündeki kadınlar mahfeli ile sanat tarihi açısından önem taşır.
Sultan Alaaddin Camii tarihçesi
Ankara Kalesi’nin 1073’te fethedilmesinden sonra 12. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar şehirdeki Müslüman nüfus fazla değildi. Alaaddin Camii’nin doğusundaki, yaklaşık 16 metre uzunluğa ve en geniş yerde yaklaşık 10 metre genişliğe sahip, günümüzde üstü tamamen açık olan alan, 1073’te Ankara Kalesi’nin fethinden sonra yaptıkları ilk cami idi. İç kaledeki mekân darlığı yüzünden çok küçük ebatlı idi. Bu yapıdan günümüze gelen en önemli unsur üst yarısı tamamen yıkılmış olan ve iki kademe halinde derinleşen mihraptır.
Anadolu Selçuklu Devleti toprakları 2. Kılıçarslan tarafından oğulları arasında pay edildiğinde kendisine Ankara toprakları verilen Muhittin Mesut, 1186-1204 yılları arasında bu şehirde yaşadı. Ankara’da hüküm sürdüğü dönemde şehirde bir saray yaptırdığı; günümüzde Alaaddin Camii olarak adlandırılan camiyi sarayla birlikte inşa ettirdiği düşünülür. Kıble duvarının batı ucunda bulunan ve küçük bir dehlize açılan kapıdan saraya bağlantı sağladığı ihtimali üzerinde durulur.
Caminin minber kitabesinde minberin cami ile birlikte yapıldığı ifade edilir ve Hicri 594 (Miladi 1197) tarihi yer alır. Kimi araştırmacılar bunun 574 (1178) olarak da okunabileceğini belirtmişlerdir ve caminin girişine 1178 tarihi yazılmıştır.
Caminin kuzeyindeki son cemaat yeri ile üstündeki kadınlar mahfeli cami ile birlikte yapılmıştır. Anadolu’daki son cemaat yeri ve üst katta kadınlar mahfeli olan ilk camidir. Hacı Bayram, İbadullah, Ağaç Ayak ve Zincirli camileri gibi pek çok esere ilham vermiştir.
Muhittin Mesut’un bağımsız bir melik gibi hareket etmesi, kardeşi Rükneddin Süleyman Şah’ın şehri kuşatmasına sebep olmuştur. Uzun süren bu kuşatmada caminin ağır darbeler aldığı sanılıyor. 1204’te şehri teslim etmek zorunda kalan Muhittin Mesut öldürülmüş ve taht kavgaları sürüp giderken birkaç sene sonra Alaaddin Keykubad Ankara’ya sığınmıştır. Ankara’da iki yıl kalan Keykubad’in camiyi yenilediği kabul edilir. Ancak Keykubad, 1213’te şehri ağabeyi Keykavus’a terk etmek zorunda kalmıştır. Kalenin hemen bitişiğinde yer alan caminin bu kuşatmada da hasar görmüş olması muhtemeldir.
Yapı 1361 yılında Sultan Orhan’ın valisi Sülü Paşa ve 2. Murat devrinde 1433 yılında Şerif Sünbül Hatun tarafından onartılmış; 2. Abdülhamid devrinde 1895 yılında tekrar onarım görmüştür. Cumhuriyet devrinde ise 1954 ve 1985 yıllarında da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır. Geçirdiği birçok tamirle asli mimarisini epeyce kaybetmiştir. En son ise 2017-2021 yılları arasında tekrar Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır.
Caminin mimari özellikleri
Kıbleye dik olarak yerleştirilmiş dikdörtgen planlı düz tavanlı bir harim ile kuzeyde devşirme sütunlar üzerine yine düz tavanlı olarak inşa edilen bir son cemaat yerinden meydana gelir. Üstü ahşap düz tavanla örtülüdür.
Kuzeyde giriş kapısının iki yanında, son cemaat yerine açılan iki, batıda altta ve üstte üçer, doğuda altta üç ve kıblede üstte beş olmak üzere, toplam onaltı pencere ile aydınlanır. Ayrıca kadınlar mahfilinde de kuzeye açılan üç pencere bulunur.
Giriş kapısının iki yanında müezzin mahfili ve üstte de oyma kafes usulü ile yapılmış, giriş kapısı üzerindeki orta kısmı yarım daire şekilli kadınlar mahfeli yer alır. Mihrap, 1895 yılındaki onarımdan kalmadır.
Caminin kitabeleri
Caminin dışında mermere oyularak yazılmış dört satırlık imar kitabesi, kapı üzerinde üçer satırdan oluşan iki adet tamir kitabesi ve minberde yine imar kitabesi bulunur.
Sol taraftaki tamir kitabesi miladi 1361 yılı tarihlidir ve Türkçesi şu şekildedir: “Büyük efendimiz ulu Sultan (Allah mülkünü ebedi kılsın) cemaatinden Lulu Paşa Hicri 763 senesinde bu mübarek camiyi tamir etti.”
Sağ taraftaki tamir kitabesi miladi 1433 tarihlidir ve Türkçesi şu şekildedir: “Allah’ın mağfiretini dilemek için bu kutlu mescidi Mehmet Han oğlu Murat Han saltanatı günlerinde Şerife Sünbül Hatun hicri 837 yılında tamir ettirdi.”
Caminin minberi
Caminin minberi, dönemin ağaç işçiliğini taşıyan en güzel örneklerdendir. Ceviz ağacından oyularak Çivi çakmaların kullanıldığı sahte kündekâri tekniğiyle yapılan minberde sekizgenler arasına yerleşen yıldızlar ve baklava şekilleri içerisinde Rumi kompozisyonlar görülür. Minberin merdiven kapısı üzerinde dendanlı geometrik şekiller haricinde iki hilal motifi görülür. Bu kapıdaki kündekarî zamanla yıpranmış ve geçmeleri hasar gördüğünden çakılmıştır.
Minberin yanında bulunan kitabeye göre minberin ustası, Marangoz Ebubekir oğlu İbrahim Rumi’dir. Minberin 15. asırda yapılan ikinci tamiratında kalan pencere kanadı ise Ankara Etnografya Müzesinde sergilenmektedir.
Caminin minaresi
Caminin minaresi kuzeybatı köşede camiden ayrı, kare planlı, kesme taş bir kaide üzerinde yükselmektedir.1433 yılındaki onarımda inşa edildiği sanılır. Silindirik tuğla gövde üzerine yumuşak beyaz taşla yapılan minare tek şerefeli ve 30 metre yüksekliğindedir. Tuğla gövdenin altında ve üstünde birer taş bilezik dolaşmaktadır. Taş korkuluklu şerefeye kirpi saçaklarla geçilir. Peteğin üstü kurşun külahlıdır.
Camide bulunan çeşme
Caminin kuzeybatı köşesinde, son cemaat yerinin sokağa bakan cephesinde, caminin korkuluk duvarı içine gömülmüş durumda, sağlam olmasına rağmen bugün suyu kesilerek kullandırılmayan, dikdörtgen şekilli bir eski çeşme bulunmaktadır. Suyunun taşıma usulü ile temin edildiği, cemaatin abdest alması için namaz vakitlerinde suyun özel bir tesisatla salıverildiği sanılmaktadır. Çeşmenin üzerinde ayrıca isteyenin her zaman tasla su içmesini sağlayan sebil bulunur. Bu çeşme-sebilin Selçuklular devrinden beri mevcut olduğu sanılmaktadır.
“Burası İslam’ın getirmiş olduğu temel esaslar üzerine kurulmuş bir eserdir”
Cami ile ilgili İLKHA muhabirine bilgi veren Sultan Alaaddin Camii İmam Hatibi Mustafa Kavlak, “Camimiz Selçuklu Devleti zamanında Alpaslan 1701’de Anadolu kapılarını açınca Selçuklu boyları Danişmendoğulları tarafından 1073 yılında Ankara Kalesi fethedilmiş cami avlusunda da görüldüğü gibi bir mihrap var. Cami olarak kulanmışlar. Selçuklu dönemi Danişmendoğulları zamanında ilk fetih o zaman gerçekleşmiştir. Selçuklu Devleti zamanında Cuma Camisi olması hasebiyle 4-5 bin kişilik kapasiteli bir camiymiş. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığımıza nasıl bir ödenek veriliyorsa o zamanki Selçuklu Devleti buraya aynı o şekilde ödenek sağlamış. Cumaların burada kılındığı ilk cami olma hasebiyle 200 küsur sene cumalar burada ihya edilmiş. Medreselerde ilim tahsil edilmiş ve gençler orada yetişmiş. Vatandaşlar aşevinde karnını doyurmuş, temizliğini yapmak için handa hamamda yıkanmış. Burası İslam’ın getirmiş olduğu temel esaslar üzerine kurulmuş bir eserdir.” dedi.
Bu camide görev yaptığı için Allah’a her zaman şükrettiğini ifade eden Kavlak, şunları aktardı:
“Zamanında Ulu Cami olarak yapılan bu camide bu tarihi taşların ve içerideki minberin dili olsa da konuşsa. Acaba hangi sultanlar ve mübarek insanlar burada namaz kıldı ve dua etti. Bu şahit olarak yeter.”
“Camimiz Kale içerisinde asırlardır ayakta duruyor”
Camiyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlere ellerinden geldiğince caminin tarihi hakkında bilgi verdiklerini aktaran Kavlak, “Elimizden geldiğince ve dilimiz döndükçe gelen misafirlerimizi camimizi tanıtıyorum. Fakat bu yalnız olmuyor. Kültür Bakanlığımıza iş düşüyor. Broşür bastırılıp buraya gelen misafirlerimiz dağıtılsa iyi olur. Çünkü yerli ve yabancı misafirlerimiz geliyor. Çok ziyaretçisi olan bir camimiz. Türkçe ile beraber yabancı dillerde broşürler olsa çok faydalı olur. Bu sayede gelen misafirlerimiz daha çok bilgilenir. Gelen misafirlerimizin çoğunda rehber olmadığı için ve böyle bir şeye tanık olması için tarih broşürlerle anlatılması gerekir. Bu camimiz Selçuklu zamanından bu zamana kadar ayakta durması bile büyük bir olaydır. Rabbimize şükürler olsun devletimiz var oldukça böyle eserlerimizi gelen misafirlerimize hitap edecektir. Ecdat böyle eserleri zamanında yapmış insanlığa kazandırmış manası itibariyle bunlar büyük eserlerdir. Eserlerimizi koruma acısından elimizi taşın altına koyabilme şuuruyla bu görevi üstleniyorsak ne güzel. Rabbimize hamdolsun. Camimiz Kale içerisinde asırlardır ayakta duruyor.” ifadelerine yer verdi.
“Cami avlusundaki mezarlıkla ilgili arşivlerden herhangi bir ize rastlanmadı”
Cami avlusunda metfun bulunan zat ile ilgili de bilgi veren Kavlak, şunları aktardı:
“Bu zat ile ilgili Vakıflar Genel Müdürlüğümüzden bilgi alma hususunda daha önce de müracaat etmiştik. Fakat arşivlerden herhangi bir ize rastlanmadılar. Buraya gelen pirifani dervişler var. Onlarla sohbet ettiğimde biri ‘hocam bizde sizin gibi merak ediyorduk. Rüyamda sabah namazı için bu camiye geldim. Mihrapta Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Ashabıyla birlikte sohbet ediyorlardı. Gel Hüseynim deyip yanında oturturdu. Sohbet bittikten sonra burada yatan zattı bana tanıttı.’ dedi. ‘Bu zat has bahçenin has gülü İbrahim Arvas’ diyerek bana tanıttı. Ve kendisiyle de tanış olduğunu söyledi. Allah ebeden razı olsun bize de tanışmış oldu. Bende bunu sizlerle paylaşıyorum. Gelen misafirlerimize de bu şekilde paylaşıyorum.”
“Bu camimiz 900 yıllık Selçuklu camisi Ankara’nın ilk camisidir”
35 Yıldır Ankara Altındağ ilçesi Kale Mahallesi’nde ikamet eden cami müdavimlerinden Sinan Göle, “42 yaşındayım 35 yıldır bu mahallede oturuyor. Bu camiye gönüllü hizmet etmeye çalışıyorum. Bu camimiz 900 yıllık Selçuklu camisi Ankara’nın ilk camisidir. Ziyaretçisi bol bir cami aynı zamanda manevi atmosferi çok yüksek bir camidir. Gelen ziyaretçilere dilimiz döndüğü kadarıyla buranın maneviyatını eski tarihini anlatmaya çalışıyoruz. Buraya gelen tarih hocalarımızdan aldığımız bilgileri gelenlere aktarıyoruz. Caminin avlusunda bir minber bulunuyor. İlk fetih ettiklerinde burayı fethetmişler. Avluda bulunan minberin tarihi dokularını çok eskiden çalmışlar.” şeklinde bilgi verdi. (İLKHA)