Bu kovalar bazen yarıdan kesilmiş bir varilde olurdu, bu kovalar bulgurluk yani sert buğday konulur üstü su ile dolduktan sonra, köyün çevresinden topladıkları çalı çırpı, buğday saplarını yakıt olarak kullanılırdı.
Belli süre kaynatıldıktan sonra pişirilen bu buğdaylar, çamurla serilen o alan üstüne serilirdi ve kurutmaya bırakılırdı.
İş bununla bitmiyordu, kurutulan bu buğdaya artık bulgur denilirdi. Bu bulgur yerinde toplanır, bunun kepeğini almak gerekiyordu, bunun için köylülerin gençleri ellerine ağaçtan yapılmış birer tokmak alırlardı.
Dört kişi karşılıklı su ile ıslatılan bu bulguru ellerindeki tokmaklarla döverlerdi, her iki adam arasında bir kadın oturur dağılan bulguru toplardı, adamlar ayakta kadınlar oturarak belli bir süre sonra buğdayın kepeği alınırdı.
Bu iş akşam gün batımından sonra yapılırdı, o gece bulgur hangi ailenin ise, bu gençlere bir yiyecek hazırlamak zorunda idi, bu herhangi bir tatlı veya bir meyve çeşidi olabilirdi.
Tabiî ki daha bulgur işi bitmemişti. Şimdi sıra öğütmeye geliyordu, bizim köyde bu işi genellikle dul kadınlar yaparlardı, karşılıklı iki kadın oturur “Destar” dediğimiz evdeki ufak değirmen taşları arasında öğütülür, burada biri köftelik, biri un şeklinde ve de sofrada yediğimiz bulgurumuz artık hazırdı.
Bu işin en hoş yani bu, bulgur kaynatma zamanı en az on beş gün sürerdi.
O günler bütün köylüler oraya toplanır, uzun geçen yorucu yazın yorgunluğunu atlatmak için kadınlar bir tarafta, erkekler bir tarafta gençler diğer tarafta, derin sohbetlere dalarlardı, ama en güzeli hepsinin arasında dolanan çocukların keyfine diyecek yoktu.
Gece yatma zamanı olunca herkes bulgurunun başında yatağını sermiş ve köy sohbetleri, hikayeler, dengbejler, geceleri yıldız seyretmek, bunun tadına doyum olmazdı hele hele çocuklar bu günlerin bitmesini hiç istemezlerdi.
YORUMLAR