Gün ha ışıdı ha ışıyacak Ben hâlâ pencere kenarında Başı göğe uzanan selvi ağacını izlemekteyim. Rüzgârın tesiriyle dalları sağa sola savruluyor. Bu hengamede savruluyor mu? Yahut dans mı ediyor? Bilemedim doğrusu. Ama insanları andırıyor bana; Kimi hayat denen hengâmede savurlurken, Kimisi dans eder ya en içten. Sokağa atıldım, sokak lambaları söner sönmez. Yürüdükçe yürüdüm Yürüdükçe gördüm şehrin köhnemiş yüzünü. Sokağın başında üç beş çocuk; Elleri soğuktan mosmor kesilmiş, Üstlerinde ince yırtık birer hırka, Ayaklarında eski püskü ayakkabıları olan, Mendil satmaya çalışan, beş küçük baba! Devam ettim yoluma, Yüreğimi bırakıp sokağın ortasına. Az ilerde yaşlı bir teyze Utana sıkıla açmış ellerini, Dikmiş gözlerini yere. Yüzünde ince uzun çizgiler, ağarmış şakakları, İzleriydi girdiği savaşların. Başına sarıp sarmaladığı ak tülbendi, İmgesiydi namusun ve kadınlığın. Baktıkça utanıp ak tülbendi ile gizledi suretini Şimdi gerisin geri yürüyorum, Adaletin uğramadığı bu sokakları.